Eski kasabım, kalemi de bıçak gibi kullanıyorum… Ya bir numara olacağım ya bu işi yapmayacağım…
Hülya Okur son dönemin olay gazeteci-yazarı Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar'a HaberX okurları için sordu, Tayyar yanıtladı: Eski kasabım, kalemi de bıçak gibi kullanıyorum… Ya bir numara olacağım ya bu işi yapmayacağım… Haberx’teki güven anketinde ortalarda bir yerdeyim. Güvensizlik sıralamasında da ortalarda bir yerdeyim. Bundan anlıyorum ki sevenim de çok, düşmanım da… CHP ve Cumhuriyetin Türkiye’de inanılmaz bir dokunulmazlığı var… Hilmi Özkök'ün Genel Kurmay'ın önüne heykelini bile dikseler azdır… Anayasa Mahkemesi’nin de üstünde bir güç var… Yazarlık benim için bir kızıl elmadır…
“ONUNLA YAPTIĞIMIZ MUHAVEREYİ DAKTİLOYA ALAN KİŞİ DE, SUALLERİ YÖNELTEN DE, CEVABATLARI SUNAN DA KENDİSİYDİ SANKİ. KENDİ KENDİNİ KONUŞTURDU ADETA. BEN İSE YALANDAN YÜZÜNE MEDH EDEN, KENDİSİNE GÖNDERİLMİŞ YAPMA BİR ÇİÇEK GİBİ KARŞISINDA KALAKALMIŞ BİRİ GİBİYDİM. BİLDİKLERİ DİLİNİN ALTINDAN GÖRÜNMESİN DİYE GÜLÜMSEMEZ DİYORDUM HALBUKİ…FAKAT AĞAÇLIK BİR YOLUN YÜRÜME HİSSİ UYANDIRMASI GİBİ UZATTIKÇA UZATTIM SOHBETİMİZİ. ONU OKUMAKLA, KONUŞMAK ARASINDAKİ FARKI, SICAK BİR YAZ GECESİ ÜZERİNE BİR ŞEY ALMADAN UYUMANIN VE HİÇ BİR YERİN TUTULMADAN UYANMANIN KEYFİ OLARAK GÖRDÜM. YANİ DİSKURLARI KURUDUKÇA TADI KAÇMAYAN BİR KAYISI OLDUĞUNDAN SİZE REÇEL OLARAK MI, KOMPOSTO OLARAK MI SERVİS YAPACAĞIMI ŞAŞIRDIM. O NEDENLEDİR Kİ KELİMELERİN ARASINDAKİ BOŞLUĞA BİLE BİR ÇOK HAVADİS SIĞDIRAN ŞAMİL TAYYAR’I OKUMADAN YOLA ÇIKMAYIN DERİM BEN!”
HÜLYA OKUR-1965 yılında Gaziantep'in İslahiye ilçesinde doğdunuz. ‘İçine alan’ manasına gelen Şamil’in içinde tutamadığı çocukluğuna dönsek…
“ESKİ KASABIM, KALEMİ BIÇAK GİBİ KULLANIRIM”
ŞAMİL TAYYAR- Benim babam kasaptı, ilkokul mezunu. Rahmetli annemin de okuma yazması yoktu. Bizim orda kasaplık daha zordu, Büyükşehirlerde tezgahtarlık seviyesinde gibi gözüküyor ama bizim orda hem besicilik yapacaksınız, ahırınız olacak, sonra onları Mezbaha ne’ye götürüp kesecek, eti alıp kasap dükkanına getireceksiniz ve orda satacaksınız. Dolayısıyla hem besici, hem kesici, hem satıcı özelliğinizin olması gerekiyor. Büyük bir ahırımız vardı, orda hayvanlarımız olurdu, kesim için kullandığımız. Sabah saatine kadar o kesim işlemin bitmesi gerekiyordu, çok erken saatte kalkıp(04:00)giderdim. 07:00 gibi işlerimiz biterdi ve bir saat kadar da veterinerin gelmesini beklerdik. Öğlenciysem, öğleye kadar dükkanda kalırdım, sabahçıysam Mezbaha ne’de işimiz bittikten eve gelir, okul çıkışında da dükkana devam ederdim. Ders çalışmaya çok fazla vaktim olmazdı. O nedenle veterineri beklerken o bir saatlik arada yada okul sonrası ara boşlukları değerlendirirdim. Bu arada da lise birinciliği için uğraşıyordum, futbol oynuyordum. Bir gün edebiyat hocası babamla konuşurken demiş ki:” Öğretmenler odasında konuşuluyordu, Şamil de lise birinciliği için yarışıyordu, ben çok şaşırdım” Babam da, “niye şaşırdınız?” diye sormuş. Demiş ki:”Ben bu adamı ne zaman görsem ya kasapta ya futbol sahasında…Bu derslere ne zaman çalışıyor?” Biz tabi sekiz kardeştik. Evde çalışma şartlarımız da yeterli değildi. Bir küçük odada dört-beş kişi kalıyor tencerede yemek yiyorduk. Ama çok şükür o zor şartlarda çalışarak bir şeyler yaptık, liseyi 1982 yılında ikinci olarak bitirdim. Ama tabi eğitim dönemimizin bir kısmı 12 Eylül dönemine denk gelmişti.
HÜLYA OKUR- Besici, kesici ve satıcılığın gazetecilikte kendini nasıl gösterdiğine geleceğim şimdi….1985 yılında gazeteciliğe Milliyet gazetesinde başlamadan önce yolunuz lise son sınıftayken 15 günlük bir mahkumiyete düştü. Özgür bir insanın hiç bir zaman hapis yatmak için budalaca düşüncesi olamaz sözünden hareketle bu dönemi özetlemenizi istesem…
“GENETİK BOZULMADAN DOLAYI ARTIK KALEMİ DE BIÇAK GİBİ KULLANIYORUM”
ŞAMİL TAYYAR- Ben uzun yıllar kasap dükkanında çalıştığım için bıçağı iyi kullanırım, bir koyunu kesimden sonra üç dakikada yüzerim. Bu bende şöyle bir genetik bozulmaya yol açtı, artık kalemi de bıçak gibi kullanıyorum, o tehlikeli oluyor. Lise son sınıfta İslahiye’de basit bir kavga nedeniyle ceza evine düştüm. Orada çok komik bir şey oldu. Biz dört kişiydik. Bir baş komiser geldi, sağdan soldan bizi biraz hırpalayınca biz de ürktük. Çünkü siyasi içerikli kavgalarda hemen birinci şubeye götürüyorlardı, sonuçta aklanmış olsanız bile hırpalanmış çıkıyordunuz. O nedenle işin siyasi boyutu olmadığını göstermek için biz buna bir kız davası dedik. Arkadaşlar içinde biraz fazla okuyan ve yazan birisi olarak senaryoyu yazma görevini bana verdiler. Savcı benim yazdığım senaryoya inanmadı. Biraz da kızarak ve öfkeyle:”Sizi içeriye atıyım da ondan sonra görürsünüz kız davasının nasıl olacağını!”dedi. Tutuklu yargılanmak üzere bizi içeriye attı. 28 günlük bir soruşturmaydı ve devamsızlıktan sınıfta kalmam söz konusuydu, lise birinciliği için yarışıyordum. O yüzden birkaç avukat ara bir kararla tutuksuz yargılanmamı sağladı. Yeterli delil olmadığı için beraat ettim. Hırpaladığımız arkadaşlar da şikayetlerini çekince dava düştü. 82’de Ankara’ya geldikten sonra iletişim fakültesine girdim ama fiziki şartlarını sevmemiştim. Matematik mezunuyum ve oradaki eğitim konuları garip geldi. Tekrar üniversite sınavına girdim. Edebiyatım da iyiydi. Kompozisyon ve edebiyat ortalaması alınıyordu karneye ve benim 9,5’dan 10 gelmişti. Matematik ve edebiyatın ortak kesiştiği bir alan olarak İktisat’ı düşündüm. ODTÜ İktisat’ı tek tercih olarak yaptım. Üniversite birinci sınıfta annem rahmetli olunca erteledim ilk yıl. Bir önceki standart sapmaya göre yaptığımız soruların bana burayı kazandıracağını düşünerek, final sınavında tüm kağıtları boş verdim. Nasılsa okulu terk ediyorum, gidiyorum diye. Dört-beş puanla kaybettim. Üniversiteye kaydım olduğum için puanım düştü ve dedim ki:”Allah kahretsin, yine gazeteciliğe devam edeceğiz, öyle anlaşılıyor!”
HÜLYA OKUR-İkinci mahkumiyet yıllarınıza geçelim arzu ederseniz yani evliliğinize…Başbakan’ın 2006’daki Ürdün gezisi için uçak beklerken Ali Coşkun ile aranızda geçen sohbette siz, Coşkun’a evlilik yaş denklemini sormuşsunuz. Ve sorunuzun yanıtı, “Erkeğin gerçek yaşı, eşiyle kendi yaşının toplamının yarısıdır” olmuş. Peki siz kendi evliliğiniz için x-y=0’mı yoksa x+y=1 mi dersiniz?
“DENKLEM KURACAK YAŞTA DEĞİLİM.”
ŞAMİL TAYYAR- Ben açıkça öyle düşünmedim. Belki Ali Coşkun yaşına geldiğimiz zaman bunları daha sorgular hale geliriz. Denklem kuracak yaşta değilim ama evlilik öncesi kız arkadaşlarımda ve ilişkilerimde bu denklemleri kuruyordum. Benim kendi ismim ve soy ismimin baş harfleriyle arkadaşımın ismi ve doğum tarihlerini alarak kare köke dayalı bir takım denklemler kurduğum oldu. Onlar benim çok eski defterlerimin kayıtlarında da var ama mevcut evliliğimle ilgili herhangi bir denklem kurmadım.
HÜLYA OKUR-22 Aralık 1989’da evlendiğiniz eşinizle ilginç bir anınız var. Balayı için gittiğiniz Uludağ’da karşılaştığınız dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay, Orgeneral Doğan Güreş’in kayak kıyafetlerinin içinde eşiniz fotoğraf çekmiş. Sonra siz bu resmi Milliyet için kullanmak istediğinizde, eşiniz kendi makinesiyle aldığı resmi ajansta kullanmak istediğini söylemiş ve tartışma sonunda evliliğinizi kurtarmak için haberden vazgeçmişsiniz. Sizi herhangi bir haberi yapmaktan ya da yazmaktan alıkoyan başka bir güç oldu mu?
“EŞİMLE ARAMIZDAKİ REKABET ZAMAN İÇİNDE FEDAKÂRLIĞA DÖNÜŞTÜ”
ŞAMİL TAYYAR- Öyle bir güç olmadı. Eşim de çok iddialı bir gazeteciydi. Anadolu Ajansında. Biz balayı içi gittiğimizde aşağıdan baktım geliyor,üç dört tane paşa, sivil kar kıyafetleriyle. O günün konjonktürü içinde böyle bir kare güzel bir fotoğraftı. Sonra arşivimden buldum o fotoğrafı. Eşime ait küçük makineyle aldığı resim için izin istedim. Ama onlar o resmi bizim gazeteci olduğumuzu bilerek vermemişlerdi. Eşim dedi ki:”O resmi sen çekin ama makine bana ait. O yüzden fotoğrafta benim de payım var, bunu ajansa geçelim” Ben de:”Bir başka gazete olsa olurdu ama ajans olunca her tarafa geçecek, özel haber olmaktan çıkacak.”Bir türlü ikna edemedim, aşağı yukarı 24 saat küs kaldıktan sonra fotoğrafı geçmedik. Belki yaşımızın da gençliğinden ama şunun da hakkını teslim etmek gerekir. Eşim genç yaşına rağmen emekli oldu ajanstan. Ben buraya temsilci olduğumda da müdür yardımcısıydı iç haberlerde. Benim daha rahat çalışabilmem için müdür yardımcılığını görevini bıraktı. Dolayısıyla o ilk gençlik yıllarındaki haber rekabeti zaman içinde fedakarlığa dönüştü.
HÜLYA OKUR-Sabah, Yenişafak, Tercüman serüveniniz Zülfikar Doğan'ın ayrılmasının ardından Star Gazetesi Ankara Temsilciliğinde devam ediyor. İcazet almanız, işinizin ehil olmanız ya da ahlaken güven vermenizle ne kadar ilgili?
“BU GÖREVİ BANA VERMEDİLER, KENDİM ALDIM.”,” YA BİR NUMARA OLACAĞIM YA DA BU İŞİ YAPMAYACAĞIM”
ŞAMİL TAYYAR- Bugün itibariyle baktığınızda 24’ncü yılındayım meslekte. Benden çok daha genç yaşta ve çok daha öncesinde hatta üniversite yıllarında temsilci olmuş, genel yayın yönetmeni olmuş çok sayıda insan var. O açıdan baktığımda bana çok geç gelmiş bir görev olduğunu düşünüyorum. Bu mesleki birikimle, bu tecrübeyle bugün benim Ankara temsilciliğinde değil, çok daha farklı bir noktada olmam gerekirdi diye düşünüyorum. Ha bundan kendi adıma rahatsızlık duymuyorum. Çünkü benim kendime göre bir yoğurt yeme şeklim var. Bu beni ancak buraya kadar taşıdı. Farklı olsaydım farklı yerlere de gelebilirdim. Ve buraya gelinceye kadar mesleğin her kademesinde görev yaptım. Polis, ekonomi, başbakanlık, parlamento muhabirliği, şefliği, haber müdürlüğü ve temsilcilik. Dolayısıyla bulunduğum yere kadar sindire sindire, basa basa geldim. Benim hayatımda hiçbir zaman manikür pedikür salonunda, cafe’de bir genel yayın yönetmeniyle tanışarak elde ettiğim bir koltuk yok. Böyle bir lüksüm hiçbir zaman olmadı. Biraz dik kafalıyım. Biraz uyumsuzum yöneticiler açısından. Çünkü yöneticiler iyi bir gazeteci olmanı istedikleri kadar, sadakatte isterler. Dolayısıyla beni kolay yönetilebilir ve sadık görmedikleri için olsa gerek, gazeteciliğime zaman zaman şapka çıkartsalar da, yöneticilik bağlamında tercihlerini pek benden yana kullanmıyorlar. Çok sayıda yönetici değiştirdim. Sırf Sabah’ta 8 yıl çalıştığım süre içinde 8 temsilcim oldu. Bugün Ankara’ya baktığımda aşağı yukarı her temsilci benim temsilciliğimi yapmış. Buraya gelirken de temsilciliği kendim istedim. Bana “Hadi gel seni temsilci yapalım”denmedi. Çünkü o ana kadar nerede görev yaparsan yap hırslı ve iddialı olduğun zaman sizin tepenizdeki insanlar bundan çok hoşnut kalmıyorlar. O nedenle ilk yaptıkları iş, seni dövme, hırpalama, minderin dışına itme, zayıflatma girişimleri oluyor. Ve ben bundan dolayı çok ciddi çatışmalar yaşadım. Sonuçta haklı olsanız bile bir şekilde sizi de hırpalıyor ve size kavgacı, uyumsuz bir adam görüntüsü veriyor ki bu da beni zaman içerisinde biraz yordu ve hırpaladı. O nedenle bu yeni dönemde dedim ki:”Ya bir numara olacağım ya bu işi yapmayacağım.” Çünkü be sade bir muhabir olarak çalışmayı istesem bile birilerinin benim üzerimden kavgayı sürdürmesini kesemiyorum. Burayla ilgil i görüştüğümde ne tür bir görev istiyorsunuz? dendiğinde ben, temsilcilik olduğunu, onun dışında hiçbir görevi kabul etmeyeceğimi söyledim. Gerekçelerini sorduklarında; ben bu işi yapabileceğimi düşünüyorum, tecrübem ona müsait, ikincisi de ben ara kademelerde çalışmayı istesem bile benim başımdakiler benimle çalışmazlar. Çünkü ben onlar için arzu edilen bir ara sınıf elemanı değilim. Bu görevi bana vermediler, kendim aldım. Bu yüzden de bir iz yaratacak değil ama ben geldikten sonra da 4 genel yayın yönetmeni değişti ve hepsi de benimle çalışmaya devam ediyorlar. Bundan dolayı eğer problem olursa da yarın beni görevden çok rahatlıkla alabilirler. Ben hiç gitmeyecekmiş gibi işimi yaparım ama yarın gidecekmişim gibi de valizimi hazır tutarım. O yüzden benimle ilgili verilecek her hangi bir karar sürpriz olmaz. Hiç kimseye eyvallahım yok, hiç kimsenin icazetiyle bir koltukta oturmuyorum.
HÜLYA OKUR-’Ergenekon’ soruşturması sürerkenki ihbarlarınızın ve “O gazeteciyi gözaltına almazsanız soruşturma eksik kalır!" diye yaptığınız talimatların hatta bunun üzerine yazdığınız kitabın anlamı neydi? Fareli köyün kavalcısının eksikliğini hissettiği şey ne idi?
“BİRİNİN KRAL ÇIPLAK DEMESİ GEREKİYORDU, BEN ORDA ONU DEDİM”
ŞAMİL TAYYAR- Birinin kral çıplak demesi gerekiyordu, ben orda onu dedim diye düşünüyorum. Bizim yazdıklarımın yada kitaba yer verdiğimiz konuların büyük bir bölümünün çoğu gazeteci tarafından da bilindiğini biliyorum. O belgelerin çoğu onlarda da vardı. Onlar çok gizli, ulaşılamayacak türden belgeler değil. Ama şu yada bu sebeple yayınlamadılar. Bunu biz yayınladık. Toplumda bunun çok ciddi bir karşılık bulduğunu da düşünüyorum ama açıkçası böyle bir kitap yapma düşüncesi zihnimde yoktu. Tamam ben Şamil Tayyar’ım, iyi bir gazeteci olduğumu düşünüyorum ama yazarlık çok daha kafamda büyüttüğüm bir paye idi. Bir de kendime çok yakıştıramadığım için kitap yapmayı düşünemedim. Bir de kötü bir tecrübem vardı. Daha önce iki kitap yazmıştım ve yazdığım iki kitapta tutmadı. Sonra son dönemde yazdığımız konuların çok ciddi ses getirmesi, yazılarımızın çok okunur hale gelmesi….Tamam daha düşük tirajlı bir gazetede yazıyoruz ama yazdığımız yazıların etkisi bugün 600 bin satan gazete yazarlarından çok daha fazla etki yapar hale gelmesinden olsa gerek bir çok yayınevi kendileri gelip, bize teklifte bulundular. Baktım içlerinde en ciddi olan Timaş’tı, anlaştık ve bunu kitaba dönüştürdük, hatta ilk teklifleri röportaj şeklindeydi, onu çok doğru bulmadım, daha özgün olsun diye “Operasyon Ergenekon”çıktı. Ama orda şöyle bir zorluğumuz vardı. Bir, soruşturma devam ediyordu, iki; kitaba yer verdiğimiz tüm davalardaki konular yine devam ediyordu. Devam eden davayı etkileme ve gizli kalması gereken bir soruşturmayı etkileme gibi bir takım ithamlarla karşı karşıya kalabilirdik. Bunu önlemek için kendi kişisel kanaatlerimi, düşüncelerimi arındırarak, dava tutanaklarındaki ifadelerden ve iddianame üzerinden anlattım. O nedenle çok da arzu ettiğimiz bir kitap çıkmadı ortaya. Ama buna rağmen toplumda ciddi bir ilginin ortaya çıkması, bu konuda bilgi susamışlığının olduğunu gösteriyor. Sanıyorum, iddianame ortaya çıktıktan sonra daha geniş kapsamlı bir şey yapılacak.
HÜLYA OKUR-Operasyon Ergenekon kitabının okuyucularından biri şu yorumda bulunmuş:” Şamil bey savcılıkla ortak hareket ederek AKP’yi desteklemeyen herkesi darbeci çeteci ilan ediyor!” Bu yada buna yakın bir mesajınız oldu mu?
“HÜRRİYET, PKK’NIN ÇOK ÖZEL TELSİZ KONUŞMALARINI YAYINLADI BUNUN İÇİN BİR DEVLET GÖREVLİSİYLE İŞBİRLİĞİN OLMASI GEREKİR”
ŞAMİL TAYYAR- Şunu söyleyeyim: Savcıyı yani Zekerriya Öz’ü hayatımda bir defa gördüm. Onu da yazılarımdan dolayı tanık sıfatıyla İstanbul’a ifademin alınması için çağrıldığımda gördüm. Belki beni suçlayanların çoğu Zekerriya beyle daha çok görüşmüştür yada onu daha çok tanıyordur. Onda da üç-dört savcı daha vardı, emniyetten bir görevli vardı, ifadeyi alan bilgisayar başındaki görevlinin yanında gördüm. Özel bir görüşmem olmadı. Bu tabi şahsımızı yıpratmaya yönelik psikolojik harekatın bir parçasıydı. Bunu belli yerlerden yaptılar hatta NTV’de, Kanaltürk’te bu gizli belgeleri kim sızdırdı, nerden sızdırdılar falan diye ilk defa bu meslekte bilgi sızdırmacılığı basitliğine indirgendi. Halbuki içerdeki bilgilerin doğruluğunu araştırmak, üzerine gitmek yerine bunu kim sızdırdı kolaycılığına düşer hale geldik. Eskiden bunları biz yapmıyorduk. Eğer bu gazetecilik bakımından başvurulmaması gereken bir yöntemse “Mavi Ak” diye çok büyük bir operasyon oldu, geriye doğru baktığımızda Şemdilli hadisesinde ben hatırlıyorum Hürriyet gazetesinde PKK’lıların çarşaf çarşaf telsiz konuşmaları yayınlandı. Ben elimdeki belgeleri bir avukatla konuşarak bir dava dosyasından alabilirim ama PKK’nın çok özel telsiz konuşmalarını alabilmem için benim bir devlet görevlisiyle işbirliğimin olması gerekir. Hürriyet gazetesi bunların hepsini yayınladı ve bunda da beis görmedi. O nedenle bunların hepsi tamamen yıpratmaya yönelik hiçbir anlamı ve karşılığı olmayan sözler.
HÜLYA OKUR-Emin Çölaşan, mahrem konuları kaleme alan kadın gazetecileri fırçaladığı bir yazısında, " Bunların masasına dosya gelmez " demiş. Bu ifade devletin çeşitli birimlerinden yola çıkan Minik Kuş’u akıllara getirmişti. Sizin minik kuşlarla muhabbetiniz ne sıklıkta?
“EVET, DEĞİŞİK KESİMLERDEN ÇOK CİDDİ İLİŞKİLERİM VAR VE BİLGİ AKIŞI OLUYOR”
ŞAMİL TAYYAR- Ben bu işlerin üzerine gitmeye başladıktan sonra okuyucu da takip edince baktı ki mahallede bir deli var, bu deli bu işlerin üzerine gidiyor, üzerine gidiyorsa size bir bilgi, belge akışı oluyor. Mesela bana öyle bir yerden bilgi akışı oluyor ki, Isparta’nın Eğridir komando okulundaki yemek zehirlenmesinden bile bana mektup geliyor. “Ya da İstanbul Çengelköy’de Kuleli askeri lisesi öğrencileriyle, ülkücü gençler kavga ettiler, falanca karakola götürdüler ama oradaki komutan bunların basına yansımasını önlemek için devreye girdi, hiçbir yerde haber olmadı buna bir bakın!”gibi Türkiye’nin değişik bölgelerinden iddialar, mektuplar yada iki komutan arasındaki kavga ile ilgili falanca askeri birlikten birinin mektubu. Bunlar benim hiç tanımadığım, bilmediğim insanlar. Ama onun ötesinde elbetteki Ankara’dayım ve yıllardır gazetecilik yapıyorum, gazetecilik ilişki işidir, eğer çok ciddi bir ilişki ağınız yoksa bu mesleği yapamazsınız. O zaman gidin babanızla İslahiye’de kasaplık yapın! Dolayısıyla sizin komiserken tanıdığınız bir adam genel müdür oluyor yada şube müdür olarak tanıdığını biri yıllar sonra çok ciddi bir kurumun başında önemli bir yerde oluyor. Ve bir süre sonra size yol, su, köprü olarak dönebiliyor. Ben ilişkilere çok önem veririm. Bugün koltuğunu kaybettiğinde asla ertesi gün onun telefonuna çıkmamazlık yapmam. Beni arayan her insanla görüşürüm. Bana gelen mailleri çok titizlikle okurum ve bilgi kalıntılarını araştırırım, çok iyi bir gazete okuyucusuyum, bazen gazetenin satır arasında kalan yada bir haberin köşesine sıkışmış bir cümleyi alıp geliştirerek onu büyütebilirim. Evet, değişik kesimlerden çok ciddi ilişkilerim var ve bilgi akışı oluyor. Ama ben bunu şöyle yapmıyorum; Sebahattin Önkibar gibi Milli güvenlik toplantısındaki krizden bahsediyorsunuz, sonra Başbakan İlhami Erdil’in önüne dosyayı fırlattı diye yazıyorsunuz, sonra bir bakıyorsunuz ki Başbakan ile İlhami Erdil hayatları boyunca MGK’da bir araya gelmemişler. Çünkü Erdoğan Başbakan olmadan önce adam emekli olmuş. Size ulaşan bilginin kaynağı bakan olsa bile mutlaka onu teyit etme ihtiyacı hissederim. Mantığıma, aklıma uymayan ve teyit edemediğim hiçbir bilgiyi yazıma taşımam. Son dönemde yazılarıma artan ilginin bu güvenden kaynaklandığını düşünüyorum. Ama bu bize olan sevgiyi arttırırken bir taraftan düşmanlığı da arttırıyor. Haberx’teki güven anketinde ortalarda bir yerdeyim. Güvensizlik sıralamasında da ortalarda bir yerdeyim. Bundan anlıyorum ki sevenim de çok, düşmanım da.
HÜLYA OKUR- Seçimlerden önce Necmettin Erbakan, “AK Parti’ye oy vermek, cehenneme bilet almaktır”derken ve MHP lideri Bahçeli de AK Parti’yi destekleyenleri “Bölücü”, “Hain” ve “Barzani işbirlikçisi”olarak tanımlarken siz:” Toplumun neredeyse yarısı cehenneme koşar adım bilet alan günahkar ve hainler! Üzgünüm, kendi payıma ben de bir günahkarım, cehenneme bir bilet aldım”ifadesini kullandınız. Mehmet Barlas, siyasetçiler için cennet ve cehennem bu dünya diyor ama siz cehennemde ısrar ediyorsunuz neden?
“MİLLİ GÖRÜŞ ÇİZGİSİNDEN GELEN BİR ADAM DEĞİLİM, BEN ESKİ BİR ÜLKÜCÜYÜM AMA MİLLİ HASSASİYETLERİ OLAN BİR İNSANIM DEMEK DAHA DOĞRU OLUR.”
ŞAMİL TAYYAR- Bu konuyu o kadar çok tartıştılar ki. Toplum sandık başında bir irade gösteriyor. Bu milletin kendini en özgür hissettiği alan sandık başıdır. Bütün heyecanını, öfkesini, tepkisini o sandıkta ortaya koyar. Ama ne hikmetse sandıktan çıkamayanlar ve sandıkta mahkum olanlar her seçim sandığını bir truva atına benzetirler. 22 Temmuz’da da seçim sandığını bir truva atı gibi görüp bu milletin kandırıldığını, üzüme, sepete, paraya, kömüre karşılık oy verdiğini söylediler ama hiçbir zaman bu insanları anlamadılar. Peki bu kadar insan, %47 gibi çoğunluk sadece yapılan yardımlarla böyle bir tercihte bulunmuş diyebilir misiniz? Biz buna bir öfke patlaması adını verdik. Ben kişisel tercihlerini saklayan bir insan değilim. Milli görüş çizgisinden gelen bir adam da değilim. Beş vakit namaz kılan da bir adam değilim. Bugünkü AK Parti kadrolarıyla geçmişte hiçbir şekilde yolum kesişmiş de değil. Demokrasinin, temel hakların daha iyi gelişmesi ve daha iyi bir Türkiye’nin arkasında koşuyorlarsa ve ben de aynı hedeflerin peşinde isem burada bir örtüşme varsa ben bu insanlara destek veririm. Ama yarın bu hedeflerde sapma olduğunda, ilk karşılarına çıkan da ben olurum. Ben eski bir ülkücüyüm ama milli hassasiyetleri olan bir insanım demek daha doğru olur. Mesela PKK benim için bir terör örgütüdür. Doğuda, güneydoğuda ölen insanlar benim için birer şehittir. Yaralanan insanlar gazidir. Diğer taraftan da dağlıca baskını olacak, orada iki üç tane terörist elini kolunu sallaya sallaya gelecek, on iki askerimizi şehit edecekler, oradaki köprüyü yıkacaklar ve bir komutan zafiyeti olacak ve siz de bunu yazmayacaksınız. Bu mudur? Sizin milliyetçilik anlayışınıza bu gölge düşürmez. Hassasiyetlerim var ama bu duyguları istismar eden insanları deşifre etmenin o düşüncemizin bir parçası olduğunu düşünüyorum. Ama maalesef bu yanlış anlaşılıyor. Belli konularda top koşturmaya başladığınız zaman hemen size…
HÜLYA OKUR- Ben devam edeyim…DSP ve MHP’den milletvekili adaylığınızı ortaya koyduğunuz haberleri çıkmıştı. Size kutsalınızı korudukça yobaz, bayrağınızı korudukça ülkücü dendiğini düşünüyor musunuz?
“TÜRKİYE’DE İKİ ÖCÜ ÜRETİLDİ. BİRİ, FETHULLAH GÜLEN, DİĞERİ MESUT BARZANİ’DİR”
ŞAMİL TAYYAR- Orada da yanlış bir şey var. Ben son dönemde öne çıkmaya başladığım zaman ANAP’tan, MHP’den, DSP’den aday oldu dediler. Ortalama seçim, dört yılda bir yapılıyor. 22 Temmuz’da aday oldum mu, yok. Öncesinde aday oldum mu, yok. Ben şimdi 43 yaşındayım. 4 yılda bir seçim olduğuna göre ben istesem bile teknik olarak bu partilerin hepsine birden aday olma şansım yok. Yaşım yetmiyor, 30’undan sonra aday olabiliyorsunuz. Bu tamamen bir yıpratma kampanyası. Doğru olan tek şey, 99 seçimlerinde DSP’den milletvekili adaylığım. Bakın çok açık söyleyeyim. 99 şartları içinde aynı düşünceleri savunan biriyle çok rahat siyaset yaparım. Pişman da değilim. 99 Ecevit’ini bir düşünün. Milliyetçi bir adam mıydı? Evet. Dini konularda duyarlı, hassas bir adam mıydı? Evet. Serbest piyasa ekonomisini savunuyor muydu? Pazar ekonomisi falan diyordu ama eski, klasik devletçi ekonomileri savunmuyordu. Sosyal adaletçi miydi? Evet. Şamil Tayyar da zaten bu düşünceleri paylaşıyor. Değişen ben değildim. Değişen Ecevit’ti ve benim bulunduğum bu noktaya Ecevit geldi. Ama daha sonraki Ecevit ve 12 Eylül öncesi Ecevit benim tasvip ettiğim bir Ecevit değil. Bir de o dönemde ANAP’tan kalan hırsızlık, yolsuzluk iddialarının ayyuka çıktığı zaman Ecevit, en temiz, en namuslu siyasetçilerden birsiydi. Daha dürüst siyaset yapma adına hiçbir beis görmedim. Aynı konjonktürel şartlar içinde olsa yine siyaset yaparım. Dolayısıyla çizgimde bir kırılma noktası yok.Herkes meseleleri kendi penceresinden değerlendiriyor. Terörle mücadele konusunda ezber bozan bir açıklama yaptığınızda size çok rahatlıkla hain, Barzanici yaftası yapıştırılabiliyor. Türbanla ilgili, “Bu bir eğitim özgürlüğüdür”demeye başladığınızda hemen sizi ‘pis Fethullahçı’ yapıyorlar.Türkiye’de iki öcü üretildi. Biri, Fethullah Gülen, diğeri Mesut Barzani’dir. Bunlar tamamen ideolojik ön yargılarla yapılmış tepkiler. Siz kendinize inanıyorsanız, bulunduğunuz yeri biliyorsanız, gerisi de çok da dert değil. Sizin samimiyetinizi okuyucu keşfettiği andan itibaren sizi iyi anladığını düşünüyorum. Bize tepki gösterenlerin hepsi, zihinlerinde devletin derin dehlizlerine kiralanmış adamlar, onlarla zaten benim işim yok.
HÜLYA OKUR- “İlhan Selçuk gözaltına alındığında ‘Bu yaşta adam gece yarısı evinden alınır mı?’ diye soranlar, ilerleyen yaşı ve hastalığı nedeniyle idrarını bile tutmakta zorlanan 83 yaşındaki Salih Kunter pijamasıyla evinden alındığında sessizlerdi.” diyorsunuz. Yani ikisi de olmasaydı daha iyi olurdu mu demek istiyorsunuz?
“CHP VE CUMHURİYETİN TÜRKİYE’DE İNANILMAZ BİR DOKUNULMAZLIĞI VAR”
ŞAMİL TAYYAR- Daha iyi olurdu. Ben “İlhan Selçuk iyi oldu, sabah 04:00’te alındı” demiyorum. Bu benim de yadırgadığım bir davranış. Ama şunu da sorgulayabiliyorum. Çifte standart var. İlhan Selçuk serbest bırakıldıktan sonra bizim bütün meslek örgütleri Cumhuriyet’in önünde gösteri yaptılar. TGS vs…Ama birkaç gün sonra Taraf gazetesinin muhabiri, Ergenekon konusunda göz altına alındı, yazdığı yazılardan dolayı, Ergenekon üyesi olmakla suçlandı yani sanık sıfatıyla da değil ama buna rağmen bir tane meslek örgütü Taraf gazetesinin önünde eylem yapmadı. Bunu da sorgulamak gerekiyor. O gazeteciydi de, bu gazeteci değil miydi? Salih Kunter meselesini onun için verdim. Ve Salih Kunter ile ilgili doğru dürüst, ciddi hiçbir iddia yoktu ve nitekim dava sonucunda da aklandı. Ve o zaman pijamasıyla alındığında hiç kimsenin sesi çıkmadı. “Yuh kardeşim ya! Böyle soytarılık olu rmu? Sabah 04:00’te bir adam evinden alınır mı?”falan denmedi. Bizde bu çifte standart devam ediyor. CHP ve Cumhuriyetin Türkiye’de inanılmaz bir dokunulmazlığı var. Ve o dokunulmazlıklarını kullanıyorlar.
HÜLYA OKUR- Belki bir faktör de şu ki….Kitabınızda, Hilmi Özkök’ün döneminde bazı kuvvet komutanlarının kimi zaman Özkök’e rağmen bazı tertiplere giriştiğini, hükümete karşı eylem planları hazırladığına değinmiştiniz. Gürültüye pabuç bırakan hatta koluna girip önümüze geleni tekmeleriz diyen bir kesim olduğuna mı inanıyorsunuz?
“HİLMİ ÖZKÖK’ÜN GENEL KURMAY’IN ÖNÜNE HEYKELİNİ BİLE DİKSELER AZDIR”
ŞAMİL TAYYAR- Bugün geriye doğru baktığımızda Hilmi Özkök’ün ne kadar muhterem bir adam olduğunu söyleyeceğim ama kitabın girişinde Halide hanım diye söz ediyorum, teşekkür etmek için. Bir tane okuyucum bana diyor ki:”Hanım demek, dincilerin ifade şekli. Siz niye eşinize hanım diye hitap ediyorsunuz?”Yani herkes havadan nem kapıyor. Hilmi Özkök’ün ne kadar Türk demokrasisine katkıda bulunduğunu ilerde çok daha iyi anlayacağız. Bugünden fark etmeye başladık. Hilmi Özkök’ün Genel Kurmay’ın önüne heykelini bile dikseler azdır diye düşünüyorum. Sarı kız ve ayışığı darbe senaryoları günlüklerle deşifre oldu 2003-2004’te. Ama maalesef darbe tezgahlayanlar hala bugün elini kolunu sallayarak çok rahat dolaşıyor. Ve niye savcılığa görevini yapmıyor? diye konuşsam, diyecekler ki hedef gösterdin. Şunu hiç kimse sorgulamıyor. Hırsız’ın hiç mi günahı yok diye. Adam darbe planlıyor. Niye darbecilerle ilgili yargı mekanizması işletilmiyor diye sorduğunuzda hemen sizin üzerinize geliyorlar. Çünkü bu darbeciler, hem medyadan, hem iş çevreden, hem akademisyenler arasında maalesef çok ciddi ağırlıktalar. Mesela ben ergenekon olayının daha da genişlenebileceğini, daha da tutuklanmalar olabileceğini söyledim. Bu nerden olur? Yargıdan, medyadan olur…Bu genel bir ifadeydi. Ama maalesef bunu demeç verdiğim SKY Türk’ün sunucusu da, bunun üzerine atlayan Tuncay Özkan’da kullandı. Sunucu Tuncay Özkan’a, “Şamil Tayyar sizin de tutuklanabileceğinizi söyledi”diyor halbuki benim konuşmamın hiçbir yerinde Tuncay’ın adı geçmiyor. Tuncay’da bunun üzerine atlıyor ve benimle ilgili çok ağır ithamlarda buluyor. Sonra bunu gün boyunca televizyonda döndürmeye başladılar. Benim öyle bir sözüm olmadı ama onu o dönemde kullandılar. Ne oldu? Biz gazetelerde bazı ipuçlarından hareketle yorum yapıyoruz. Ben bu işin kitabını yazmış ve bu konuda sayfalarca belge okumuş, ayrıca 4 saat savcıya ifade vermiş birisiyim. Savcı bana soru sorarken hangi konunun üzerine gidip gitmediğini anlayacak kadar orta derecede zeka sahibi olduğumu düşünüyorum. Ben böyle baktığımda belgelerin de ışığında diyorum ki: Bu burada bitmez. İlave tutuklamalar olduğunu söyledikten sonra da 7-8 kişiyi göz altına aldılar ama ben şahıs olarak bilmiyorum ama sonra da Zaman gazetesine verdiğim demeçte “bu iş burada biter”Ve bitti. Ha ben bu operasyonu yürüttüğümden falan değil. Bir insanın topal olduğunu anlamak için 3 km yürütmeye gerek yok ki! 2 adım attırırsın, atmıyorsa topal dersin. İşin nereye gittiğini anlarsın. İlhan Selçuk, Alemdaroğlu’ndan sonra baktık ki daha fazla gitme şansı yok. Çünkü nereye kadar gidilebileceği o operasyonlarda test edildi ve anlaşıldı ki, ötesi olmayacak. Çünkü ötesi geliyor geliyor geliyor bazı subaylara rastlıyor. Ondan sonra devam edebilmesi için, askerin, siyasi otoritenin ve yargının mutabakatına ihtiyaç duyuluyor. Böyle bir şey olmadığına göre bu da ileriye gitmeyecek. Şimdi Türk askeri Irak’a kara harekatına başladı. Mahir Kaynak dedi ki televizyonda:”Türk askeri oradan yakın bir zamanda dönmeyecek, orada tampon bölge kurulacak” Ben de çıktım dedim ki:” Orada tampon bölge kurulacağına inanmıyorum, Türk askeri birkaç gün içinde dönecek!” Ve birkaç gün sonra döndüler. Genel Kurmay bana bilgi vermedi. Bunun için zekanızı biraz kullanacaksınız. Diyeceksiniz ki:” Tampon bölge 5000 askerle kurulur mu? Mümkün değil. Tampon bölge, yeni bir konsept demektir. Yeni bir konsept yok Kerkük’le, Kuzey Irak’la ilgili. Onun için üç-beş gün sonra döner diyorsunuz. Bu analitik kabiliyetinizi kullanacaksınız, biraz zekanızdan yararlanacaksınız, ortaya bu tablo çıkıyor. Bunun için illa birinin size bir şey söylemesi gerekmiyor. Ama maalesef birileri çok özel adammış ve çok özel şeyleri biliyormuş gibi görünerek bundan hep rant elde ettiler. Ercan Çitlioğlu yıllarca televizyonlara, gazetelere stateji uzmanı olarak konuştu ve Bahçehir üniversitesine strateji merkezi başkanı oldu. Bir yere diyor ki:Nisan sonuna kadar Türk askeri Irak’tan dönmez! Abi 29 Şubat’ta döndüler. Demek ki bu işleri bilmiyorsunuz ve bilmeden kullanıyorsunuz. Orada da psikolojik harekat yürütülürken, bunları bilmedikleri kanaatinde değilim, biliyorlar, bildiklerini de toplumu yanlış yönlendirmede kullanıyorlar.
HÜLYA OKUR- Gerçekten mantıksal akıl yürütmede çok iyisiniz. Tuncay Özkan dedik de…. “Tuncay'ı Gözümüz Gibi Korumalıyız” başlıklı köşe yazınızdan dolayı “hedef gösterdiği” iddiasıyla suç duyurusunda bulundu. Seni güzel buldum, korudum, Seni küçük buldum, uyardım misali Özkan’a verdiğiniz mesaj neydi?
“TUNCAY ÖZKAN’IN ARKASINDA APOLETLİ, ESKİ BAZI SİLAHLI KUVVET MENSUPLARINI GÖRÜYORSUNUZ"
ŞAMİL TAYYAR- Yargılanıyorum şu anda. Aslında çok özel bir mesaj yok. Çünkü benim arkamda eğer varsa sivil güçler var, millet var. Ama Tuncay’ın sırtını dayadığı sadece sivil güçler değil. Arkasına baktığınızda apoletli, eski bazı silahlı kuvvetler mensuplarını görüyorsunuz. Dolayısıyla benim vereceğim mesajın bir tehdit tarafı yok. O bana mesaj verse, ben onu tehdit olarak algılayabilirim çünkü geçmişine baktığınızda bu işaretleri görüyorsunuz. Türkiye’yi kaosa sürüklemek isteyen cuntacı, çapulcu bir ekip var. Bu ekip her türlü pisliği yapabilir. Bunlar yeri geldiklerinde kendi adamlarını bile yiyebilirler. O dönemde puslu bir hava gördük ve dedik ki:” Türkiye’yi arzu edilmeyen noktalara sürüklemek isteyenler çok garip işler içine girebilirler.” O dönemde çok toplum önünde olan isimlerden birisi Tuncay Özkan’dı. Ve dedik ki:”Tuncay Özkan’ın korunması lazım. Birisi yanlış bir şey yapabilir” O gözüm lafını da, Fehmi Koru, Diyarbakır Belediye Başkanı için söylemişti. Fehmi Koru aynı lafları, Diyarbakır Belediye Başkanı için söylediğinde, Diyarbakır Belediye Başkanı bunu tehdit olarak algılamadı, dava da açmadı. Ama Tuncay üzerine alındı. Ben yazdığımda açıkçası bilmiyordum. Sanıyorum, geçmişte de çok ciddi tehditler almış ve korku içinde yaşadığını ve bunun paranoyaya dönüştüğünü söylediler. Ben bunu sonra anladım. Ayrıca bu kadar psikolojik hezeyan içinde olduğunu bilseydim, bütün iyi niyetli çabama rağmen o yazıyı yazmazdım. Son dönemde de bakıyorum, psikolojisi oldukça bozulmuş. 27 Nisan bildirisinin bile kendisine verildiğini söyleyecek kadar zıvanadan çıkmış vaziyette. SKY Türk’te Serdar Akinan’a çıkmış, “Şamil Tayyar benim kitabımı yazıyor” demiş. Evet kitap yazıyorum, bir projem var ama kitabın hiçbir yerinde Tuncay Özkan’ın ası geçmiyor . Ve Tuncay Özkan benim için kitap yazılacak kadar önemli bir şahıs değil.
HÜLYA OKUR- Korunmadan bahsettik de….Bir yazınızda , ‘Seni zırh gibi korur’ diyerek size cevşen hediye eden yakınlarınızdan bahsetmiştiniz. Sizin korunmaya olan ihtiyacınız ne boyutta?
“BİR OKUYUCUM SİZE DUA ETMEK İÇİN HACIBAYRAM’A GİTTİM DİYE MESAJ ATTI”
ŞAMİL TAYYAR- Bize tehditler geldikçe anında emniyete ulaştırıyoruz. Ağırlıklı mail yoluyla geldiği için bir sonuç çıkmıyor. Çünkü internet cafelerden yapılıyor. Okuyucu da bunu biliyor ve bizim doğru işler yaptığımızı düşünen ve tehdit almamıza üzülen okuyucu bize dua ediyor. Hatta bir okuyucu beni çok etkilemiştir, sırf size dua etmek için bugün Hacıbayram’a gittim diye bana mesaj attı. İstanbul’da bir gurubun benim için özel seanslarda dua okuduklarını biliyorum, korusun diye. Ve hiç tanımıyorum bu insanları. Tesadüfen birisi tanık oluyor ve bana bir mail yoluyla bildirdiği için haberdar oldum. Türkiye’nin değişik yerlerinden ve yurt dışından bazı karanlık işlerin üzerine cesaretle gitmemizden dolayı minnet duygularını dualarla gösteriyorlar. Ben onlara inanan bir insanım. Hayır dualarının bu dünyada da geri dönüşünün olduğunu düşünüyorum.
HÜLYA OKUR- Belayı kovduğundan kuşku yok….2 Nisan tarihli yazınızda, “siyasete ‘balans ayarı’ yapmak isteyenler artık Sincan’da tankları yürütmüyorlar. Sincan’ın yerini Anayasa Mahkemesi’nin bulunduğu Çankaya aldı” demişsiniz. Nasreddin Hoca fıkrasında olduğu gibi, kaybedilen anahtar karanlık ahırda değil, aydınlık evinde mi aranmaya devam ediyor?
“ANAYASA MAHKEMESİ’NİN SİCİLİ BOZUK”
ŞAMİL TAYYAR- Valla bende onu çok anlamış değilim. Tarih tekerrür ediyor. Mehmet Akif haklı çıktı. Geçmişten ders alsalardı, eminim ki bu yola başvurmazlardı. Siyaset mühendisleri periyodik olarak toplumu dizayn etmeye çalışırken bu yanılgıya düşüyorlar. Yine düştüler. Çünkü yine son sözü söyleyecek olan millettir. Bir de herkesin bir hesabı olur ama son sözü yukarıdaki söyler. Türkiye çok daha ileride olabilirdi ama birileri sürekli ayaklarına pranga vurarak geriye doğru çekmeye çalışıyor. 367 kararı da, öncesinde, sonrasında bazı gelişmelerde Anayasa Mahkemesinin imajını çok ciddi zarar vermiştir. Bugün kapatma davasını konuşuyoruz. Anket yapıyorlar. AK Parti kapatılmalı mı? diye soruyorsunuz.” Hayır” diyor çoğunluk. Bir de kapatılacağını düşünüyor musunuz? diye soruyorlar..”Evet”diyorlar. Bir taraftan kapatılmamalı diyorlar ama diğer taraftan da kapatılacağını düşünüyorlar. Niye düşünüyorlar? Çünkü Anayasa Mahkemesi’nin sicili bozuk. Siz doğru işler yapsanız bile bundan sonra toplumdaki algılamanız maalesef iyi değil, geriye doğru baktığınızda hep birbiriyle çelişen kararlar vermişler. En son 367 bunun kritik örneğidir. Sonra Anayasa Mahkemesinin bir üyesi şöyle demiş:”Evet siz bize kızıyorsunuz ama biz de bu ülkeyi darbeden kurtardık.”Onlarda durumdan vazife çıkarttıklarını düşünüyorlar. Biz bu kararı vermeseydik, darbe olurdu, aslında biz o anlamda ülkeye de hizmet ettik diyorlar.
HÜLYA OKUR-28 Şubat sürecinin önemli aktörlerinden eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya yani Güven Paşa’nın RP’nin kapatılacağına dair inancını, mevcut kapatma şartlarının 1997’den farklı olmadığı kanaatini nasıl anlatırsınız?
“ANAYASA MAHKEMESİNİN ÜZERİNDE BİR GÜÇ OLDUĞUNA İNANIYORUZ”
ŞAMİL TAYYAR- Biz diyoruz ki, bu dava hukuki münazaralarla hazırlanmış bir dava değil. o yüzden sonucu da siyasidir. 28 Şubat sürecinde “parti kapatılacak”deniyor. Niye kapatılacak diye Doğan Güreş’e soruluyor. Peki Güven Paşa kim? Deniz kuvvetleri komutanı, peki Anayasa Mahkemesi üyesi mi? Peki bu kadar nasıl emin olabiliyor? Çünkü Anayasa Mahkemesi üzerinde güçleri olduğunu ve Anayasa Mahkemesinden istedikleri kararı çıkartacaklarını düşünüyorlar. Refahyol hükümeti durdurulmadan önce sanıyorum 11 Haziran’da Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Ankara adliyesi olmak üzere hakimleri, savcıları Genel Kurmay’da brifinge davet ettiler ve koşa koşa gittiler ve çoğu ayakta alkışladı brifing metnini. Şimdi Genel Kurmay karargahına koşa koşa gidip, askerlerin brifingini ayakta alkışlayan yargının siz bağımsız ve özgürce karar verebileceğini düşünebilir misiniz? Bugün mesela bakıyorsunuz, Anayasa Mahkemesi başkan vekili, kara kuvvetleri komutanıyla üç defa konuşuyor. Çocuğunun sünnet düğünü için bile gitse bu ilişkiye özen göstermek zorunda. Bugün ben basit bir Ankara temsilcisi olarak bile yanlış anlaşılabileceği düşüncesiyle bir çok programımı iptal ediyorum. %47 ile iktidar olmuş bir partinin kapatma davası ile ilgili yerin sorumlusu olarak ilişkilerine özen göstermek zorunda. Yani bunu siz geçmişte tanıyordum, terör konusu konuştuk diye açıklayamazsınız ve toplumu ikna edemezsiniz. Sonra andıçlar, belgeler yayınlanıyor ve siz Anayasa Mahkemesinin de üstünde bir güç olduğuna inanıyorsunuz. Eğer bu kararı değiştireceksiniz, bunu Anayasa Mahkemesi üyeleriyle değil, onunda üstündeki güçle pazarlık yaparak değiştireceğinizi varsayıyorsunuz ve ondan sonra bakıyorsunuz ki trafik ona göre değişiyor.
HÜLYA OKUR- Refahyol döneminin Bakanlar Kurulu tutanaklarını ele geçirerek oluşturduğunuz “Refahyol tutanakları”adlı kitabınızla Cumhuriyet tarihinin ilk gizli Bakanlar Kurulu tutanakları kamuoyuna duyurulmuş oldu. İktidara gelenlerin Müslümanlığı ya da ali Cengiz oyunları neden sizi bu kadar ilgilendirdi?
“BEN YUNANLI ALBAYIN CASUSLUĞUNU DEŞİFRE ETTİM VE TÜRKİYE ONU İSTENMEYEN ADAM İLAN EDİP, YUNANİSTAN’A GÖNDERDİ.”
ŞAMİL TAYYAR- Bakın o zaman refahyol tutanakları Sabah gazetesindeyken alıp yayınladık. 9 gün tam sayfaya yakın çıktı. Ve onu yayınladığımızda özellikle Refah Partisi çok tepki koydu. Hatta Abdullah Gül, yayının engellenmesi için dava açtı. O dönemde;”Helal olsun sana, aslanım, koçum, ne güzel gazetecilik yaptın!”diye beni alkışlayanlar, Ergenekon’da bu belgeleri kim sızdırdı diye kafama vurmaya başladılar. O zaman hiç kimse bana şunu sormadı: Ya kardeşim o güne kadar bakanlar kurulu tutanakları hiçbir yerde yayınlanmadı, sen nerden aldın, sana kim servis etti Amerika’dan mı, Yutahtan mı? kimse demedi. Ama şimdi bunu soruyorlar. Burada bir çifte standart var. Buradaki niyet benim bu belgeleri nereden aldığım değil, tamamen Konya bağlı olarak bir tepki gösterme. Mesela bir Yunanlı albayın casusluğunu deşifre ettim ve Türkiye onu istenmeyen adam ilan edip, Yunanistan’a gönderdi. Kıyamet kopardı. Bunun gibi çok özel işlerimiz oldu.
HÜLYA OKUR- Onlardan bir yine…Dokunulmazlıklarla ilgili bir köşe yazınızda Bülent Arınç’ın hakkında çıkıp 8 yıl sürüncemede kalan arama emirlerinin çoğunun "hayvan hırsızlığı" gibi konulardan ortaya çıktığını yazmıştınız. İddianameye konu olan olay ve kişilerden hangisinin yaptığı size hırsızlık gibi gözüktü?
“BİR CUMHURBAŞKANININ İDDİANAMEYE KONMASINI ASLA İZAH EDİLEMEZ”
ŞAMİL TAYYAR- Onu Bülent bey anlatmıştı. Valla hepsinin kendi içinde bir tutar tarafı varmış gibi gözükebilir. Bana inandırıcı gelmiyor ama Yargıtay başsavcısı açısından böyle de görünebilir. Ama bir Cumhurbaşkanının iddianameye konmasını asla izah edilemez buluyorum. Bir milletvekili konuşmuş, acaba bu konuşma o manaya mı gelir, bu manaya mı gelir, ben bunu böyle, siz şöyle yorumlarsınız ama Cumhurbaşkanı’nın konumu tartışmaya açık değil. En garabet durum, Cumhurbaşkanının iddianameye eklenmesidir.
HÜLYA OKUR- Deniz Bölükbaşı’nın,”AK Parti kapatılacak, Erdoğan’ın siyasi hayatı bitecek, Gül Çankaya’da oturamayacak”gibi keskin iddialarını köşenize taşımıştınız. Bu akıbet bizi nerelere götürür?
“MHP DE GÖREVLİLERLE, GÖNÜLLÜLER ARASINDA BİR ÇATIŞMA VAR. İLK SEÇİMDE MHP BARAJIN ALTINA DÜŞER”
ŞAMİL TAYYAR- İşin üzücü tarafı bu senaryoyu geliştirenlerin sonrasına ilişkin projeleri yok. Önce bir öldürelim de sonra nasılsa bir şekilde gömeriz diye düşünüyorlar. Fakat öyle görüyorum ki, Deniz bey MHP politikalarını etkilemeye başlamış. Çünkü Deniz Bölükbaşı son dönemde MHP’nin Bahçeli ile geliştirmeye çalıştığı sivil siyasete uygun bir profil değil. Ben onun gönüllü değil, görevli olduğunu düşünüyorum parti içinde. O yüzden MHP de görevlilerle, gönüllüler arasında bir çatışma yaşadığını düşünüyorum. Ama şu anda son dönemdeki politikalarından görüyoruz ki görevliler etkin vaziyette. Devlet beyin konuşmalarına da yansımış bu. MHP bence harakiri yapıyor. O da muhtemeldir ki böyle giderlerse ilk seçimde barajın altında kalırlar.Belki onlarda söz konusu Anayasa Mahkemesi üyesi gibi, Parti barajın altında kaldı ama ülkeyi darbeden kurtardık diye kendilerine bir teselli ikramiyesi çıkarabilirler.
HÜLYA OKUR- AK Parti içinde eleştirileriniz var…AK Partinin içinde gündem kayması yaşandığına, rotanın saptığına, enerji kaybının arttığına dikkat çektiniz. Peki bu partiden doğan yeni oluşumların Türkiye’ye fayda getireceğine inanıyor musunuz?
“AK PARTİNİN GENLERİNDE SİYASET YOK”
”AKP, MÜHİMMATI OLMADAN SAVAŞA GİTTİ” “
“AK PARTİ’DE BİR ROTA SAPMASI OLDUYSA BUNDA MHP’NİN ÇOK BÜYÜK GÜNAHI VARDIR.”
ŞAMİL TAYYAR- 22 Temmuzdan sonra AK Partinin yeni süreci iyi yönetemediğini düşünüyorum. İlave olarak kriz anlamında AK Partinin krizleri de iyi yönetemediğini düşünüyorum. En büyük darbeleri, bu tür olağanüstü tartışmaların yaşandığı dönemlerde gördük ve AK Parti maalesef kriz yönetimini beceremiyor. Belki siyaset genlerinde olmadığı için. Bilemiyorum, daha düz bir siyaset yapıyorlar. O nedenle de zaman zaman çok çetin sıkıntıya giriyorlar. Attıkları her adımın yada hamlenin toplumda yada belli çevrelerde nasıl algılanacağı hesaplamadan, belki saf güzel duygularla yapıyorlar ama etkilerini çok fazla düşünmüyorlar. Mesela Merkez Bankasını İstanbul’a taşıyacağız derken, bu projenin bazı kesimlerce sanki Atatürkçülük karşıtlığı gibi algılanıp, parti aleyhine bir kampanyaya dönüştürüleceğini hesaplamıyorlar. Bu projenin gerekliliğine inansanız bile atacağız taşın, ürküttüğünüz kurbağaya değmesi lazım. 22 Temmuzdan sonra sivil anayasa dendi, sosyal güvenlik reformu, kısmi bir referandum, türbanla ilgili düzenleme falan bir kafa karışıklığı çok geniş bir cephede savaşa girdi. Bu kadar geniş cephede savaşa girebilmeniz için mühimmatınızın olması gerekir. Napolyon’a sormuşlar neden savaşı kaybettiniz. İki nedeni var. Bir, mühimmatımız yoktu. Demiş ki –dur.Daha sonrasını saymaya gerek yok, cephane yoksa zaten savaşamazsın. Diğer gerekçeler önemli değil. Mühimmatı olmadan savaşa girdi. Ve arzu ettiğimiz sonucu da elde edemedi. Çok garip o yazımı yazdığım gün, AK Parti hakkında kapatma davası açıldı. Ben inanıyorum ki, Başbakan’ın seçim gecesi parti balkonunda yaptığı açıklamaya uygun olarak yola devam edilebilseydi, bugün Türkiye bu noktada olmayabilirdi. Şunu da açıkça söylemek gerekir; Eğer AK Parti’de bir rota sapması olduysa bunda MHP’nin çok büyük günahı vardır.
HÜLYA OKUR-Yüksek öğretimde türban serbestisi, Kürt meselesi, sivil anayasa, sosyal güvenlik reformu ve kapatma davası arasında iktidar partinin AB reformlarına bir kenarda beklesin muamelesi yaptığına inanıyor musunuz?
“TÜRKLÜK VE CUMHURİYET GİBİ KAVRAMLARIN OLDUĞU KONULARDA KOLAY KOLAY ADIM ATAMIYORSUNUZ.”
ŞAMİL TAYYAR- Doğal olarak refleksler zayıflıyor. 2007’den önce seçim ortamında da yavaşlama oldu. 301. Evet bir an önce yapılması gerekir ama içinde Türklük ve Cumhuriyet gibi kavramların olduğu konularda kolay kolay adım atamıyorsunuz. İzah etmekte zorlanıyorsunuz hemen size hainlik yaftasını yapıştırıveriyorlar. Öyle olunca cesaret edemediler, o radikal kararları alamadılar. 2007 seçiminden sonra çok hızlı gidebilirlerdi, orada da rota sapması oldu. Politikasızlıktan dolayı AB reformlarına gerekli olan ağırlığı veremediler.
HÜLYA OKUR-Kanal 24'te, Ardan Zentürk ile “Ankara Masası” adlı programı sunuyorsunuz. Peki gerçek Ankara masasına yatırılmayan sorunlar neler sizce?
“PROGRAMDA KONUĞUN ÖNÜNE GEÇİYORDUK”
ŞAMİL TAYYAR- Her programın da bir reyting kaygısı oluyor. O gün neyi konuşuyor ve tartışıyorsak, gündemle ilgili olmak üzere konuk davet ediyor ve onu konuşuyorduk. Orada belki seyirciye çekici gelen bir şey vardı, bizimde de yorumlarımızla konuk gibi hareket etmemiz biraz daha dinamik hale getiriyordu programı. Bazen açıklamalarımızla konuğun önüne geçiyorduk. Konuk açısından sıkıntılı ama izleyici açısından keyifliydi. Süre kısaydı, bizim için tecrübe oluşturacak bir alandı ama arzu ettiklerimizi gerçekleştirebilecek bir imkan değildi.
HÜLYA OKUR-Evet bu tecrübelerin konuştuğu başka bir mevzu…"5 N 1 Kamyon" adlı kitabınızda Abdullah Çatlı'dan Yekta Okur'a, Selçuk Aslan'dan Efraim Barut'a kadar değişik isimlerin kurban gittiği 'kamyon kazalarını' ele almıştınız. Mercedes'ten korksaydık Susurluk'a girmezdik” şeklindeki bir kamyon arka yazısı her şeyi anlatmaya yeter mi?
“O KAMYON TESADÜFEN ORADAN GEÇMEDİ”
ŞAMİL TAYYAR- Doğru. Kamyon bir sembol. Hala o kamyonun o mercedes’e nasıl çarptığı anlaşılmış değil. Ben o kamyonun tesadüfen oradan geçtiğini düşünmeyenlerden birisiyim. Susurlukla ilgili raporlara, davarla baktığınızda hiçbir zaman o soru işaretleri kafanızdan gitmiyor. Ve benim orada ısrarla üzerinde durduğum bir ‘kayıp çanta’vardı. O çantanın daha sonra davanın seyrinde Sedat Bucak’ın eline geçtiğini anlıyoruz ama bir iki parçayı mahkemeye götürdü ama Haluk Kırcı’nın Abdullah Çatlı bildiği bütün özel notları, telefonları üzerine yazardı dediği ajanda hala kayıp. Belki o bulunabilse, o çok özel ilişkiler deşifre edilebilirdi. Geçen gün Adil Serdar Saçan’ın geçirdiği kaza mesela. Özellikle bir tır beni sıkıştırdı”diyor. Adil Serdar Saçan’ın geçmişine baktığınızda, gerçekten böyle kuşkulu bir kazaya kurban edilmek istenmiş olabilir. Çünkü Ergenekonu ilk çıkaran adamlardan bir tanesidir. Ama Ergenekonu da kapatan adamlardan bir tanesidir. Belki tesadüfen çıkarttı ama bilinçli olarak kapatmış olabilir. Sonra kitabı okuyanlardan biri Ali Coşkun, “Şamil keyifle kitabını okudum fakat o kadar çok etkilendim ki, eve gittim 5 yaşındaki çocuk oyuncak kamyonla oynuyor, hemen onu kaldır dedim, yolda giderken bütün kamyonlara şüpheyle bakıyorum”dedi.
HÜLYA OKUR- Şüpheciliğin hat safhaya ulaştığı bir diğer husus…..Madımak Faciası olayında il kültür müdürü olan Mehmet Talay’ın o tarihte Kültür Bakanı olan SHP’li Fikri Sağlar ile ilgili iddialarını köşenize taşımıştınız. Fikri Sağlar, neden 3 kez program değiştirdi ve saat 13.30’da başlayan Madımak olaylarından bir saat önce programını tümüyle iptal edip Sivas’a gelmedi?”sorusuna yanıt aradığınız yazıya göre bir kişinin kendi tarihini temizlemesi neden bu kadar önemli?
“BANA MAİLLE BİLGİ VERDİ, FAHRİ MUHABİRİM GİBİ OLDU”
ŞAMİL TAYYAR- Değil tabi ama Fikri bey, susurluk kitabı yazmış, bu tür karanlı olayların üzerine gitmiş bir adam. Sıradan bir adam değil. Susurluk zamanında çalışmalarını takdirle bir okuyucu olarak izlemiş bir adamım. Böyle bir insanın bu işlerin üzerine daha rahat gidebilmesi için sırtında yumurta küfesinin olmaması lazım. Onun için burada boşlukta bir şey kalıyor, bunu bir düzeltelim dedim. Mehmet Talay bana bir mail atmıştı. Sonra belgeleri gönderdi, ortaya çıktı biz de yazdık. Bana diyorlar ki askerleri yazıyorsun ama niye emniyetçileri yazmıyorsun? Mesela Baran Tursun hakkında oturdum yazım, polisler bana inanılmaz öfke duydular. Ondan sonra bir iki tanık ortaya çıktı, davanın seyri değişti, ağır cezada dava açıldı vs..Sonra şuna insan üzülüyor, öldürdüğü iddiasıyla bir polis göz altına alınıyor, cinayetle suçlanıyor ve ilk duruşmada serbest bırakılıyor. Bırakın gazeteciliği insan olarak bunu kendinize anlatmanız mümkün değil. Sonra bakıyorsunuz delillere bir takım şeyler karartılmış gibi. Adam bana yazdı ve ben bu maili sizden önce en az yirmi gazeteciye gönderdim, sizin yazacağınızı zannetmiyordum dedi. O konu bana mal oldu, ee sen bunu nerden bildin? diye soruyorlar. İşte ne oluyor sanki benim fahri muhabirim gibi oldu bu adamlar ve ne duysalar bana hemen mail atıyorlar. Bana ciddi bir bilgi akışı sağlıyorlar.
HÜLYA OKUR- ‘MİT, Apo ve Ergenekon’ başlıklı yazınızda, Şemdin Sakık’ın,’Apo’isimli kitabının sansürlenen bölümlerinin Abdullah Öcalan’ın derin devletle ilişkilerini anlattığı ve MİT’in büyük zarar göreceğine inanılarak çıkarıldığından bahseden mektubunu yayınlamıştınız. Öcalan'ın eşi Kesire’nin de Milli İstihbarat Teşkilatı'nda görev yapan Ali Yıldırım'ın kızı olduğu gerçeğine göre biz, barut mu yutuyoruz?
“ŞEMDİN SAKIK’IN BANA YAZDIĞI SON MEKTUBU AÇIKLIYORUM”
”ARAŞTIRILSA APO’NUN MİT İLE BİR YERDE YOLLARI KESİŞECEK”
ŞAMİL TAYYAR- Valla biraz öyle gözüküyor. Apo’nun geçmişi çok karanlık. Araştırılsa bir yerde bir şekilde MİT ile yolları bir yerden kesişecek. Ama bunun çok üzerine gidilmiyor. Hatta sizin yaptığınız bir röportaj var, Sönmez Köksal’la. Diyor ki: “Çeşitli istihbarat örgütleri kullandı, şimdi hangileri kullanıyor bilmiyorum”Yani aslında orada diyor ki:”Biz kullandık ama artık kullanmıyoruz” Evet bir dönem gerçekten kullanmışlar. Gaziantep ve İsrail’de de Kürt örgütleri vardı ama Apocular denirdi buna ve çok güçlü bir örgüt değildi. Sonra bir baktık, bunların hepsi mantar gibi bitmeye başladı ve PKK güçlendi. Diğer örgütleri yok etmek için karşısında PKK’yı kurdular ama sonra PKK kontrolden çıktı. Ama sonra PKK’yı yok etmek için Hizbullah’ı kurdular. Hizbullah kontrolden çıktı ve bu sefer PKK’ya göre ellerini çabuk tuttular Hizbullah, PKK kadar büyümedi. Ama hala çok ciddi bir tehdittir Türkiye’de. Türkiye’de karanlık bir tarih var, bunun aydınlatılması lazım. Şemdin Sakık kendisine göre bir şeyler yapmaya çalışıyor ama tabi onun da sicili bozuk olduğu için söyledikleri inandırıcı gelmeyebiliyor. Ama ben şöyle bakıyorum: Sonuçta bir takım gizli işler, pislikler de ancak böyle ortaya çıkıyor. İSKİ skandalı bir karı-koca kavgası olmasa öğrenilemeyecekti. Keşke güvenlik güçlerimiz, istihbarat örgütlerimiz bunu ortaya çıkartabilse….Şemdik Sakık’ın bana Ergenekonla ilgili bu yazıdan sonra ifadesini aldılar. Hürriyette çok küçük bir haber olarak çıktı. 16 sayfa deniyor, içinde çok ağır bilgiler var ama teyit edemediğim için yazamadım ama savcı iddianameyi açıkladıktan sonra onu görürüz. Bana yazdığı yeni bir mektup bu Şemdin Sakık’ın. Bunu henüz yazmadım. Diyor ki:” Bu mektubun yayınlanmasından sonra yazının oldukça ilgi gördüğünü, özellikle internette çok geniş bir okuyucu kitlesine ulaştığını öğrendim, hatta o mektubu sitenizde gören bazı yetkililer benimle görüşme gereği duydular. “Yani o ifade bizim yazıdan sonra olmuş. Ergenekon’la ilgili ne biliyorsan anlat diye. Çok önemli iddialarda bulunduğunu söylüyorlar. Bir gerçeğin ortaya çıkmasında katkıda bulunan kimse onu dinlemek, iddiaların üzerine gitmek gerekir.
HÜLYA OKUR- MİT’in Türkiye’nin yeni vizyonuna uygun bir yapılanma içinde olmadığını düşünüyorsunuz. Mutasyona uğramış bozuk genlerin kendisi için yapabileceği bir şey kalmamışsa bizim için ne yapabilir?
“BİZDE BİRDEN FAZLA İSTİHBARAT ÖRGÜTÜNÜN OLMASI ÇOK TEHLİKELİ VE SAKINCALI BİR GELİŞME.”
ŞAMİL TAYYAR- Şu anda yapabileceği çok fazla bir şey yok. Mevcut müsteşar Emre Taner makul birine benziyor. Ben kendisini tanımıyorum, dışarıdan edindiğim, bilgiler ışığında, olup bitenleri sorgulayan, MİT’e yeni bir vizyon kazandırmaya çalışan bir yaklaşım içinde olduğu izlenimini ediniyorum. Ama geçmişine baktığımızda, MİT’in daha çok darbe zemini hazırlayan, ülkede karanlık oyunların alt yapısını oluşturan bir örgüt gibi gözüküyor, daha çok içe dönük bir çalışması var. Halbuki Milli İstihbarat Teşkilatının bence içe dönük değil, dışa dönük olması gerekir. Yani CIA, MOSSAD gibi. Nasıl CIA, uluslar arası operasyonlar ve istihbaratla ilgileniyor, FBI ulusal ölçekteyse onlar gibi istihbarat gücüne ulaştırılması gerekir. Ama maalesef bizde emniyet, istihbarat yada terörle mücadele şube müdürlüğü ölçeğinde hareket ediliyor yaklaşımı var bu yanlış. Birde bir arızamız daha var, son dönemde Jitem’in, özel kuvvetlerin ciddi olarak ağırlık kazandığını görüyoruz. Dolayısıyla birden fazla istihbarat örgütünün olması çok tehlikeli ve sakıncalı bir gelişme. Bir an önce tüm istihbarat örgütlerinin tek çatı altında toplanmasını sağlamak suretiyle bir yapılanmaya ihtiyaç var. Daha önce Başbakanlık bünyesinde böyle bir çalışma yapılmıştı ama realize edilemedi. Niye edilemedi bilmiyorum ama anlaşılıyor ki taraflar buna çok taraftar değiller. Çünkü bu istihbarat toplama ve operasyon yapma gücüyle elde ettikleri inanılmaz imtiyazlar vardı ve bu onlara dokunulmaz bir alan oluşturdu ve bu alanı da keyfini çıkartıyorlar. Çünkü bugün jandarma inanılmaz bir güçte ve jandarmanın sahip olduğu telefon dinleme teknolojik alt yapısı emniyette bile yok. Buna bir şekilde neşter atılması lazım. Bu da haliyle MİT’in eski pozisyonunu da zayıflattı. Çünkü kendisinin dışında başka güçler var. Ama birbirlerine ayak bağı olmaya başladılar. Çünkü başka amaçlarla yola çıksalar da birbirlerini de denetler hale geldiler. Belki bu yönüyle de faydası olur. Birinin gayri yasal bir faaliyeti, bir başkası tarafından fark edilebileceği endişesiyle daha dikkatli de olunabilir. Biz aslında bu şer ortamından bir hayırla da çıkabiliriz. Çünkü eskiden tek tabancalardı, şimdi dört tabancalar ve daha kontrollü gidiyorlardır.
HÜLYA OKUR- Taraflar buna çok taraftar değiller dedik de…Tercüman gazetesi Ahmet Altan, Fehmi Koru, Ergun Babahan ve sizin fotoğraflarınızı sürmanşete yerleştirip ‘Kim bunlar?’ diye sormuş, iç sayfada ise ‘kara kalemler’ olarak tanımlamıştı. Önünüzdeki sıraları süslediğinize neden inanılmıştı?
“TERCÜMAN’IN YAZI İŞLERİNDEN BİRSİ DEMİŞ Kİ:”GENEL KURMAY’DAN BİRİSİ BİZİ ARADI VE BİZ ONUN İÇİN BU MANŞETİ ATTIK”
ŞAMİL TAYYAR- O Ergenekon soruşturması büyüdükçe birilerinin devreye girdiğini düşünüyorum. Yani o soruşturmayı kesintiye uğratmak gerekiyordu. Ergenekon konusunda ve bu karanlık ilişkilere dair en fazla yazı yazan üç beş tane kişiyi susturarak bunun önleneceğini varsaydılar. Bu nedenle bu kampanyayı başlattılar. Yani o Bir sabah genel yayın yönetmeninin sabah karar vererek attığı bir manşet değil. Hatta bir arkadaşımıza, bilmiyorum ne derece doğru ama Tercüman’ın yazı işlerinden birsi demiş ki:”Genel Kurmay’dan birisi bizi aradı ve biz onun için bu manşeti attık” Bunu kullanıyor da olabilir. Bu telefon gelmemiş de olabilir. Belki de kendilerine güç vehmetmek için de-bak biz Genel Kurmay’dan aranan bir gazeteyiz demek içinde böyle bir şey söylenmiş olabilir. Açıkçası Genel Kurmay'ın aradığına ihtimal vermiyorum ama birileri bu puslu havayı kullanmak isteyebilir. O basit bir manşet değil. Bununla ilgili suç duyurusunda bulunduk, savcı takipsizlik verdi. Gerekçede ”Şikayetçi yani benim bir kamu görevlisi olmadığım” söyleniyor. Sizin tehdit alabilmeniz için bir kamu görevlisi olmanız gerekiyor. Ayrıca terörle mücadelede görev almış biri değil diyor. İyi güzel de başımıza gelenleri görüyorsunuz. En büyük terör örgütüyle uğraşıyoruz ve başımızda bir koruma var. Devlet bana koruma tahsis etmiş, güvenlik endişesiyle ama savcı bana kamu görevlisi değilsin diyor. Peki buna da bir yerde kabulüm ama ben Tuncay Özkan’ı gözünüz gibi korumalısınız diye tamamen insani duygularla yazdığım bir yazıdan dolayı, aynı maddeden terörle mücadeleye muhalefetten hakkımda dava açıldı. Peki Tuncay Özkan kamu görevlisi mi? Bilmediğim birşey mi var?
HÜLYA OKUR-18 Nisan itibariyle yazılarınıza ara vermek zorunda kalışınızı sağlık nedenlerinize bağladınız. Yazılarla verdiğiniz mesajların yerini ne alır? Yazarlık dışında hangi faaliyet sizi halka ulaştırabilir inancındasınız?
“YAZARLIK BENİM İÇİN BİR KIZIL ELMADIR”
“BANA TEMSİLCİLİĞE DEVAM ET AMA YAZARLIĞINI ALIYORUZ DEDİKLERİ ZAMAN ÇEKER GİDERİM”
ŞAMİL TAYYAR- Yazarlık benim için bir kızıl elmadır. MHP ve CHP için bir hükümet modeli olabilir ama benim için toplumla aramdaki en ciddi köprüdür. Ve yöneticiliği de sadece ve sadece yazar olabilmek için istedim. Bizim medyada muhabirlikten doğrudan yazarlığa geçiş yok. Yönetici oluyorsunuz, genel yayın yönetmeni oluyorsunuz sonra bir köşeniz oluyor. Belki de haklılık da olabilir. Belki kendisini muhabirle eş değerde gören herkes kendisine böyle bir imkanın neden verilmediğini sorguluyor ve büro içinde huzursuzluk yaratıyor. Belki popüler bir isim olarak dışardan yazabilirsiniz ama muhabirlikten geçiş olmuyor. Ben temsilcilikten geldim. Baktığınızda Murat Yetkin de, Fikret Bila da öyle oldu. Bunun istisnasını ben açıkçası hatırlamıyorum. Onun nedenle benim için kırmızı çizgidir. Temsilciliği her an bırakabilirim. Ama bana temsilciliğe devam et ama yazarlığını alıyoruz dedikleri zaman valizim zaten hazır, çeker giderim. Ama yazarlığım devam ederse, temsilcilik konusunda istedikleri tasarrufta bulunabilirler, o konuda hiç talebim olmaz. Bunun dışında da özel bir hedefim yok. Okura kitap yoluyla ulaşmak benim için önceliklerden birisi. Ergenekonla bunu yaptık, 50 bin sattı. İlave baskılarda olacak belki. Yeni iki kitap daha Eylül gibi piyasaya çıkacak. İnternetin gücünü de biliyorum. Bizim bir çok yazar bunun farkında değil, eğer bugün Şamil Tayyar var ise ve internet dünyasının en başarılı röportajcılarından Hülya Okur gelip benimle röportaj yapıyorsa ben inanıyorum ki bu sadece gazeteden değil, internetten kaynaklanıyor. Bugün 140-150 bin civarında tirajımız var. Ama internette 500 bini aşan okuyucuya ulaşıyoruz. Dolayısıyla da haber portallarına da minnettarız.
HÜLYA OKUR/HABERX
Bu yazı toplam 3731 defa okundu.