"Bir hareket doğacak"Ayhan Bilgen röportajı..
Türkiye cumhuriyet tarihinin en derin krizini yaşıyor. Daha önce askeri darbelerle önü kesilen sivil siyasetin alanı
Bu kez yargının müdahalesiyle daraltılmaya çalışılıyor. Bunun karşısında siyaset kurumu ise güçlü bir irade gösteremiyor. Bu da siyasetin çözüm gücü olduğu inancının giderek zayıflamasına ve toplumda bir güven bunalımının doğmasına yol açıyor. İşte tam da böylesi bir süreçte demokratik muhalefet cephesinde güçlü bir siyasal harekete dönüştürülmesi hedeflenen Çatı Partisi tartışmaları yürüyor. Çatı Partisi gerçekten Türkiye'yi krizden çıkaracak bir siyasal adrese dönüşebilir mi? Siyasete güveni sarsılan kitlelerin umudu olabilir mi? Çatı Partisi geçmişteki solda birlik arayışlarının ötesine geçebilecek mi? Bütün bu soruların yanıtını Türkiye Barış Meclisi Sözcüsü Ayhan Bilgen'le konuştuk.
Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla birlikte siyasi kriz giderek derinleşiyor. Türkiye'nin içinde bulunduğu bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Anayasa Mahkemesi'nin kararına şaşılacak bir şey yok. Bir yıl önce 367 kararı çıktı. Elbette kabul edilemez bir durum var. İki yanlıştan bir doğru olmuyor. Türkiye'nin ihtiyacı özgürlük ve eşitliğin önündeki her türlü engeli kaldıracak köklü bir anayasa değişikliğine gitmektir. Bütün bunları yapmayıp, bir tek sorun üzerinden özel bir düzenlemeye gitmenin, toplumda bir kamplaşmayı doğurması kaçınılmaz. İktidarın çoğulcu değil çoğunlukçu yaklaşımına karşı, mevcut yapının değiştirilmesine direnç gösteren güçler de ellerindeki diğer silahları kullanıyorlar. Nihayetinde bir yargı müdahalesini hep birlikte yaşıyoruz. Burada iktidarın hiçbir yanlışı elbette, Anayasa Mahkemesi'nin yaptığı yanlışı meşrulaştırmaz, fakat üzerinde yoğunlaşılması gereken yargının bu alışkanlığını konuşmak değil, siyaset neden buna maruz kalıyor? Parlamento buna karşı neden direnç gösteremiyor? Bunun üzerinde durmak gerekiyor. İki nokta var. Birincisi; açıkça h‰l‰ bir temsil krizi var. Partiler aldıkları oy kadar temsil imkanları bulabilseydi AKP'nin kendisini savunmasına ihtiyaç bırakmayacak bir denge oluşabilirdi. Bugüne kadar siyasi partiler, seçim yasası ve anayasada köklü değişiklikler yapılmamasının bunda payı var. İkinci önemli nokta da; ne yazık ki hükümet açık bir polemik dilini kararlılıkla sergiliyor ama gereğini yapmıyor. Meclis'te bu kadar çoğunluğu elinde bulunduran bir gücün yapması gereken daha köklü, kendi içinde tutarlı hamleler olması gerekir. Eğer bu hamleleri yapsaydı arkasındaki toplumsal direnç de çok daha güçlü ve tutarlı olacaktı. Son günlerde yaşadığımız aslında bir güven bunalımını, umut kırılmasını ortaya koyuyor. İnsanlar haklı olarak soruyor; yüzde 47 oy vermekten daha öte ne yapacağız? İktidar bu fırsatı çok kötü kullandı. Burada aslında kitleler de pasifize edilmektedir. Onlara sadece sandıkta başlayıp biten, sorgulamayan, hesap sormayan, arkasında durmayan oldukça dar bir rol biçilmektedir. Kapatma davası karşısında AKP, alttan alma, onlar kapatsın, biz yolumuza devam edelim gibi eğilim içerisindedir ki, bu yapısal değişim yapma cesaretini, kararlığını göstermeyeceğinin işaretini veriyor.
Bir yanda bu siyasi kriz yaşanırken, diğer yandan da güçlü bir demokratik seçenek olma adına başlatılan Çatı Partisi tartışmaları var. Çatı Partisi hangi ihtiyaçtan doğdu?
Bugün yaşadığımız krizin en önemli nedenlerinden birisi iktidardan daha ileri düzeyde bir özgürlük talebini parlamentoda temsil edecek, bu talepleri taşıyabilecek, siyasal mekanizmalara katabilecek güçlü bir muhalefetin olmayışıdır. Bu boşluğu MHP ve CHP doldurmadığı içindir ki; yargı, çalışma grupları, 'vatan kurtarma' amaçlı çeteleşmeler gerçekleştiriyor. Aslında bugün yaşadığımız krizin toplumsal boyutunu dikkate almamız lazım. Sosyolojik bir boşluk var. Bu boşluk başka kurumlarla dolduruluyor. Tabii bu muhalefet boşluğunun sanıldığı gibi sadece AKP'ye karşı bir muhalefet değil, sadece CHP'nin rolünü oynayacak bir sol birlik tezi de olmadığı düşüncesindeyim. Çok daha geniş, topyekžn sisteme, sistemin bütün partilerine, sistemin iktidar ve siyaset algılamalarına karşı bir toplumsal muhalefetin örgütlenmesine, kurgulanmasına, ona uygun bir program ve dilin geliştirilmesine ihtiyaç olduğu düşüncesindeyim. Kendisini sadece AKP üzerinden tanımlayan bir muhalefetin bir süre sonra anlamsızlaşacağını ve meşruiyet krizi yaşayacağını düşünüyorum. CHP'nin söylemleri nasıl AKP'yi besliyorsa, yeni bir çatının, yeni bir siyasi odağın da bu hatayı tekrarlamaması gerektiğini düşünüyorum. İktidarın yaptıklarını da elbette eleştirmek gerekir, ama daha çok yapması gerekip de yapmadığını eleştiren bir muhalefet diline ihtiyaç var. Toplumun beklenti içerisinde olduğu ancak iktidarın buna dair adım atmadığı açılım alanları var. Buna dair bir basıncı uygulayacak bir muhalefet diline ihtiyaç var.
Geçmişte solda birlik arayışları oldu. Çatı Partisi bunu aşarak, daha geniş kitleleri kapsayacak bir çekim merkezine dönüşebilecek mi?
Türkiye'deki toplumun, seçmen profilinin genelinin muhafazakar olduğunu düşündüğünüzde Türkiye'deki köklü değişimlere imza atacak bir siyasal adresin, sadece sol seçmene hitap eden bir formül içerisinde olmaması gerektiğini düşünüyorum. İçerik olarak sol olabilir ama en azından kullandığı terminoloji, vitrini itibariyle sadece sol olmayan daha geniş bir kitleyi, daha geniş bir özgürlük cephesini kapsayan bir adrese ihtiyaç var. Yüzde 50'lileri bulan Menderes-Özal-Erdoğan silsilesinde görünen sağ-muhafazakar merkez partiler ile insanca ve hakça düzen gibi, toplumun değerleriyle barışık, solu yüzde 40'ların üzerine çıkaran Ecevit örneği gibi iki alternatifi ciddi düşünmek gerekiyor. Siyasete çok ciddi tepkili kitleler var, sisteme topyekžn muhalefet eden ama örgütlü olmayan kesimler var ki, bu oldukça hareketli bir seçmen kitlesidir. Bu kitle çok kararlı bir biçimde değişim arıyor. Çatı çalışmasını sadece bugüne kadarki seçim ittifaklarında biraraya gelmiş çevrelerin toplamı gibi kurgulamaya kalkmanın bu anlamda çok ciddi bir handikap olacağını düşünüyorum.
Görüşmelerinizde, tartışmalarınızda Çatı Partisi nasıl karşılanıyor?
Sonuçta geçmişten gelen korkular ve önyargılar insanların siyasi arayışlarına da yansıyor. Biraraya gelme konusunda endişe taşıyanlar var. Ama bunu başarmamız gerektiğini de herkes tek çözüm olarak ifade ediyor. Ben burada toplumun de devletin de ezberini bozmaya hazır olduğunu düşünüyorum. Asıl ezberlerini bozması gereken biziz. Biz kendi korku ve alışkanlıklarımızı masaya yatırmalıyız ki, dönüp devlete, Kürt sorununda ezberini, laiklik, Aleviler konusunda ezberini boz diyebilelim. Aynı şekilde bugüne kadar yan yana durmayan kitlelere, daha özgür demokratik bir ülke ve daha eşitlikçi bir anayasa için birlikte tavır koyun demeden önce bizim bu modeli, bu liderlik formatını kendi içimizde geliştirmemiz gerekiyor. Birçok görüşmede böyle bir formüle ihtiyaç olduğunu çok net bir biçimde birçok kesimin dillendirdiğini biliyorum. Ama bu zor yolculuğu, olgunlaştırma sürecinin sağlıklı işletilmesi gerektiğini, sadece bir seçim ittifakı gibi oldu bittiye getirilmemesi gerektiğini insanlar söylüyorlar.
Bu ezberin bozulmamasının altında daha önce denenen ve sadece seçim ittifakıyla sınırlı kalan girişimlerin yarattığı bir kaygı yatıyor olabilir mi?
Tabii ki böyle bir kaygı, kitlelerde de güvensizlik olarak var. Türkiye'de ihtiyaç olan iktidar merkezli bir siyaset değil, toplum merkezli bir siyasetin yapılması. Bir kez daha toplumu hayalkırıklığına uğratacak bir deneme, herkes için tarihi bir sorumluluktur, büyük bir vebaldir. Burada önemli bir nokta var. Sadece bir parti kurulmayacak aslında. Bir hareket oluşturulacak. Bir platform, bir inisiyatif doğacak. Nasıl Türkiye'de bir barış hareketi talebi var ve Barış Meclisi bunun sadece güçlü bir parçası ise siyasal alanda da bir siyasi harekete ihtiyaç var. Dolayısıyla bu işi seçim ittifakı gibi daraltıcı bir boyuttan ele almamak lazım. Her şeyden önce yeni bir felsefi duruş geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. İnsanlığın yaşadığı topyekžn küresel kapitalizm ölçeğinde bir kriz ise, buna karşı geliştirilecek çözümün Latin Amerika'daki dalgayı da okuyan, belki Uzak Asya'daki rahiplerin diktatör baskıcı rejimlere karşı öncülük ettiği dili, toplumsal dinamizmi de dikkate alan bir hareketin doğması gerekiyor. Aynı zamanda yerli ayaklarının olması lazım. Yani bu topraklardan beslenmiş barış kültüründen, sembolleri, sloganları, örnek liderleri öncellemesi lazım. Mezopotamya ve Anadolu kültürünün buna çok uygun sembolleri, motifleri var. Alevi kültürünün buna çok uygun bir potansiyeli var. Bunun üzerinde yoğunlaşılması gerekir. İnsanı merkezine alan, hoşgörüyü, toleransı eksen alan, kadını önemseyen ve belki böyle bir mistik, metafizik boyutu da olan dolayısıyla küresel kapitalizmin tüketim alışkanlıklarına meydan okuyan, daha insan merkezli bir siyaset. Türkiye'de böyle bir hareketin bölgesel hareketlilikleri bile tetikleyici bir rol oynayabileceğini düşünüyorum. Türkiye'de Kürt sorununun çözümüne katkı sunacak bir siyasal hareket Irak'taki, İran'daki, Filistin'deki fotoğrafı da etkiler.
Program nasıl bir çerçeveye oturacak?
Ben kendi arayışımı ya da çevremden edindiğim izlenimleri ancak paylaşabilirim. Devletin sınırlarını çok net çizen, toplumun özgürlük alanlarıyla ilgili kırmızı çizgilerini baştan deklare eden bir tutum alışa ihtiyaç var. Toplumun tüm kesimleri için aynı oranda özgürlükçü, hoşgörülü, anlamaya çalışan, geçmişten gelen kavramlarla dışlamayan, ötekileştirmeyen bir tarza ihtiyaç var. İkincisi, asla marjinal olmayan ama çok radikal bir siyaset tarzına ihtiyaç var. Toplum böyle bir şey istiyor. Marjinal olmayan derken, sadece sosyalistler, sadece İslamcılar, sadece liberaller değil, hiçbir ideolojik arka planı olmayan insanların da kendini içinde hissedeceği kadar marjinallikten uzak, ama önerileri itibariyle keskin, radikal öneriler sunan bir adres. Böyle bir şeye ihtiyaç var. Yoksa bugüne kadar siyasete taşınmamış bir takım insanları iktidara ya da parlamentoya taşıyan bir araca dönüşür ki burada zaten siyaset bugüne kadar toplumsal dinamikleri öğüten, devletin hegemonyasını toplum üzerinde kuran ve bloke eden bir rol oynadı. Bu rolü tersine çevirecek bir tarzın, bir tutumun ve buna uygun aktörlerin, bir program çerçevelendirmesi gerekiyor. Bu çıkışın temelinde şu var: Militarist politikalara karşı çok net tutum alır. Kürt sorununun mutlak suretle sadece diyalog ve barışçı yollarla çözülebileceğine dair çok net tutum alır. Kürt sorunu barışçı yollardan çözülmedikçe ülkenin diğer sorunlarının da çözülmeyeceği bilincini bir kere merkeze oturtan bir anlayışın oluşması gerekiyor. Bunu Türklere anlatacak bir formülün gelişmesi gerekiyor. Öyle bir siyaset dili oluşturmalı ki, Türkler de bu sorunu yaşadıklarını idrak etmeliler.
Çatı Partisi nasıl bir örgütlenme modeli izleyecek?
Eğer örgütlenmesinde ve farklı kesimlerin temsilinde bir başarıyı sağlarsa bir kere Türkiye'de bir ilki gerçekleştirebilir. Merkezi hiyerarşik lider eksenli bir siyaset değil daha yerel, farklılıkları kendi içinde barındıran bir siyaset geliştirebilir. Bu müthiş bir fırsattır Türkiye için. Yani siz Diyarbakır'daki örgütlenmeyi Edirne'de, Antalya'da, Trabzon'da aynı kimlikler ve aktörler üzerinden gerçekleştirmeye çalışırsanız, o zaman tek tipleştirmeyi siz de tekrarlamış olursunuz. Bugüne kadar Türkiye Batı'daki algılamayı Doğu'ya dayattı. Biz de kalkıp bunun tersini yapmamalıyız. Elbette ki Kürt bölgelerinde bu ortalamayı temsil eden, işte dindar Kürdü de, sol, liberal Kürdü de bünyesinde barındırabilecek bir örgütlenme, ama Kürtlerin nüfusunun yüzde 10'larda olduğu şehirlerde de o kentteki bütün sosyal dokuları dikkate alan bir örgütlenme. Bu Türkiye'nin renklerini yansıtacaktır. Partileşme aşamasından önce yerel konferanslarla programın toplumun talepleri doğrultusunda yazılması gerekiyor. Anadolu'da konferanslarla tartışılan, sorularla açılan, tepkileri ölçülen bir süreç geliştirilmesi lazım. Şuan olası bir erken seçim nedeniyle bir zaman baskısı altındayız. Ben gerekirse geciktirmeyi de, hatta ertelemeyi de göze alan iki planlı bir süreç işletilmeli ve bu konferanslar mutlaka yapılmalı diye düşünüyorum.
Partilerin çatıya katılımı nasıl olacak?
Mevcut partilerin bugüne kadarki etkinliklerini bu yapı içerisinde yapmaları o birlikteliği çabuk sabote edebilir. Bunu dikkate almak gerekiyor. Bir biçimde mevcut partilerin devamının çatıyı da rahatlatacağını, çatının toplumun diğer kesimlerine ulaşmasını kolaylaştıracağını düşünüyorum. Elbette temsil ayrı bir tartışma konusu. O partilerin karar organlarında şekillendireceği kararların buraya taşınabileceği bir formül bana göre bulunabilir, bu mümkündür, ilk olabilir. Bu ilk deneme biraz zor olabilir, yasal sıkıntılar yaşayabilir ama bunu zorlamamız lazım. Yoksa kolaycı bir yöntemi tercih edersek daha kötü bir kavganın içinde kendimizi bulabiliriz. Dolayısıyla şuanda çatıyı destekleyen partilerin bile kapatılmasının çok doğru olmadığı düşüncesindeyim. Burada asla bir bileşke de kurulmayacak. Bunda da netleşilmesi gerekiyor. A, B, C artı yeni bir harf bulmayacağız. Fakat şurası önemli. Asıl kitlesel potansiyele sahip olan destekçi aktör DTP ise, böyle erken bir taşınma yolunu seçmesinin çok sağlıklı olmayacağını düşünüyorum. En azından şunun gerçekleşmesi gerekiyor. Kürt seçmenin yoğun olduğu bölgelerde belki DTP varlığını devam ettirir, diğer bölgelerde ise yeni bir oluşuma gidilebilir, sonra bu ikisinin birlikteliğinin yolu aranabilir. Bu sivil bir hareketle bir partinin buluşması biçiminde de olabilir. Ama mutlak surette toplumsal duyarlılıkları dikkate alan bir formül geliştirmek zorundayız.
Çatı Partisi ne zaman somutlaşacak?
Manipülasyonlara çok karşı dikkatli olmak lazım. Şuan birtakım yazılar yayınlanıyor. Çatı neden su tutmayacak, neden akıtacak? Şimdiden gerekçeleri sayılıyor. Ve bu gerekçeler sayılırken de yine bizden topladıkları malzemeler üzerinden bunlar geri bize servis ediliyor. Dolayısıyla burada mümkün olduğunca daha az malzeme vermenin sorumluluğu bence çatının da başarı şansını ortaya koyacak. Çatının başarısının yolu bizim bu süreci iyi yönetmemizden geçiyor. ANKARA
İlhan Erdem
(Bu yazı www.gundemonline.com dan alınmıştır.)
Bu yazı toplam 3260 defa okundu.