Of bölgesi Rus işgali, Rumların Ruslarla yaptığı işbirliği konusunu Tarihçi yazarımız Haşim Albayrağın kaleminden Şanlı tarihimiz kitabından okuyabilirsiniz
Melinoz (Ballıca Beldesi) Of Direnişi Hatıraları…
Yunus Bayrak Of Melinoz köyünden ve 1902 yılında doğdu. Ağabeyi Muhammed (Resmi adi Mehmet) Albayrak ise Melinoz'da 1900 yılında doğdu. Babaları Mehmet Albayrak'tır.
1916 yılında Ruslar Trabzon'u işgal etmek üzere ileri harekâta başlayıp Of sınırına dayandiginda Yunus Bayrak 14, akabeyi Muhammed ise 16 yaslarındaymış. Ruslar ile uzun mücadeleler edilebilmesi için bütün Oflular ve batısındaki kaza ve köylerden milis kuvveti olarak birçok insan savaşmaya ve vatan toprağı için gerekirse ölmeye hazırmış.
Rusların geleceği ve Rize'yi geçtiği duyulduğunda Oflular, Trabzon Valisi komutasında ilk olarak Yavan köyünde toplanmışlar. Burada bütün Ofluların Ruslara karsı mücadele etmeye çağrılmışlar. Ayni şey Of'un diger önemli şehirlerinde de yapılmış. Eli silah tutanlar gönüllü olarak milis kuvvetlerine yazılıyormuş. Taşhan'da da cihat çağrısı yapılarak sancak açılmış. Çevredeki eli silah tutanlar akın akın gönüllü olarak savaşmaya geliyorlarmış. Çoğu öleceğini bildiğinden aileleriyle ve akrabalarıyla helalleşerek yola koyuluyorlarmış.
Bu yeni bıyıkları terlemeye başlayan iki kardeşte gönüllü olarak Tasana köyüne gidip oradaki mini karargâhta Ruslara karsı gönüllü yazılmak istemişler. Ancak yaslarının ufaklığı ve o zamana kadar ellerine silah almamış olmaları onların askerde kolay hedef haline gelecek olması düşüncesini doğurduğundan onları askere almayı düşünmediler. Bunlarda çok ısrar ettiler. Evden savaşmak için çıktıklarını bu nedenle aileleri ve köydekilerle helalleştiklerini söylediler ve mutlaka milis kuvvetlerine alınmak istediler. Gençlerin umutlu ve masum duygularla dolu istekleri oradaki yöneticilerin gözlerinden kaçmadı ve onları geri de göndermeyip hiç değilse geri hizmete aldılar. Onlar ille de cepheyi merak ettiklerinden bu kez onlara geriden yemek alıp cepheye taşıma görevi verildi. Onlarda gururla yaptılar. Köydekilere ve sevdiklerine anlatacak bir şeyleri oldu. Buradan toplanan milis kuvvetleri hemen Baltacı Deresi tarafına geçirilerek buradan hemen cepheye sürüldüler. Yunus ve akranı yeni yetme gençler ise geri hizmette kalarak ellerinden geleni yapmışlar.
Yunus'un anlattığına göre Rusların denizden Kraliçe Maria gemisi ile attığı topların gülleleri Cos tepesine kadar geliyormuş. Bunların şarapnel parçaları köy evlerinin kiremitlerine düştükçe kiremitlerden çıkan sesleri duydukça içleri cız eder, bir şey yapamamanın üzüntüsüyle kahrolurlarmış. Buda onları daha çok, daha korkusuz çalışmaya sevk edermiş.
Savaşta Türkler, kendilerinden sayıca ve teknik araç gereç bakımından çok üstün olan Ruslara karsı direnememişler. Türklerin çoğu Oflu ve çevre kazalardaki milis güçleri olduğundan Ruslar, Sürmene taraflarına da çıkarma yapıp o taraftan da Of'a girmeye başlayınca kendi ailelerinin dertlerine düşmüşler. Ailelerde bölgeyi terk etmeye başlamışlar. Buna tarihimizde muhacirlik olayı diyoruz. Yunus bayrak ve ailesi gurbete çıkmadan önce çevrede gördükleri tek tük Rumların nasıl sevinçten bayram yaptıklarını hatırlıyormuş. Ruslar geldiğinde onlara dağıtmak üzere çiçekler hazırlıyormuş. Bu durum yunus ve ağabeyinin çok ağırına gitmiş.
Yüzyıllarca beraber yasadıkları Rumlar, Ruslar gelince nasıl sevindiklerini görmüşler. Ama savaş sırasında Yunus Bayrak ve ekibi o kadar köyden diğerine savaşan askerlere yiyecek taşımalarına rağmen yol güzergâhlarında Ortalıkta bir tane Rum görmemişler. Türklerde yüzyıllardır beraber yasadıkları Rumları düşünecek zaman yoktu. Onlar kendi topraklarının, namuslarının vatanlarının peşindeymişler çünkü. Yani savaş sırasında Rumlara hiç ilişme olmamış. Onlar da Türkler aleyhine bir davranışta bulunmamışlar.
Türkler savaşı kaybettiklerinde günlerce aç kalmışlar. Çünkü herkes ailesinin yanına koşup onları alıp güvenli yerlere götürmeyi düşünmüşler. Türk askeri dağılmış. Günlerce aç kalan ve silahını bile taşıyamayacak kadar güçsüzleşen bir Türk askerinin elindeki makineli tüfeğini Solaklıyı karşıya geçerken taşıyamadığını ve derenin kenarına bıraktığını görmüş. Yunus bayrak ailesiyle muhacirliğe çıkarken geride başı dumanlı dağlar, sayısız ve sahipsiz gömülmemiş şehit Türk askeri ve ceset görmüş üzüntüyle yolculuğa çıkmışlar. Muhacirliğe çıkan halk Ruslar sahilleri ele geçirmeye başladığı için ve çok tehlikeli olduğu için yukarılardan yan yollardan kaçmaya çalışıyormuş. O zamanlar şimdiki gibi yollar ve köprüler yokmuş. Mart ayı içerisinde olan bu zorunlu göç zamanında derelerinde taştığı, karların ve yağmurların sularını artırdığı dereler geçit vermez olmuş muhacirlere.
Birde bu muhacirler öyle eli silah tutan sağlam kimseler değilmiş. Savaşa gidemeyecek kadar çocuk, yürüyemeyecek kadar yaşlı ve kadınlar ile hasta ve çocuklardan oluşuyormuş. Yollarda çok kişi hastalık ve açlıktan ölüyormuş. Bu güç şartlarda Yunus ve ailesi Fatsa giderek oradaki bir ailenin yanına sığınmışlar. Muhacirler yollarda ilerledikçe ilk davet aldıkları eylere, ilk buldukları yerlere veya daha önceleri hoca olarak giden akrabalarının yanlarına gidiyorlarmış. Gittikleri evde de kitlik ve açlık varmış ama Ruslara esir düşmekten iyiymiş. Yunus Bayrak ve ailesinin bu muhacirliği yaklaşık iki yıl sürmüş. Rusların gittiği haber alınınca geri dönmüşler. Yolda grup grup gelirlerken Yunus Bayrak’ın amcasının esi ve Kâzım Albayrak'ın annesi uzun yolculuğa dayanamamış. Hasta çıktığı yolculukta Bolaman'a kadar gelmişlerken orada vefat etmisler. Oradan araba yoktu, doğru dürüst yol yoktu, para yoktu, aile büyüğü yoktu. Vefat eden Selma Hanım’ı Bolaman'a gömmek zorunda kalmışlar. (Mezarı hala oradadır) Yola devam etmişler. Her ne kadar geldiklerinde evlerini eski hallerinde bulamamışlarsa da yine hiç olmadığından iyiydi.
Evlerine yokluk ve açlık içinde gelen artik 16 yasına gelen Yunus ve 18 yaslarına gelen abisi Muhammet Bayrak, baktılar ki çalışacak ortam yok. Herkes iki yıl boyunca güç bela aç biilaç yasayarak ve uzun süre de yollarda yürüyerek Of'a ve çevresine gelerek evlerine gelmişlerdi. Ama yasayacak, tamir edecek, eşya alacak para yoktu. Bunlarda gençtiler. Gurbete çıkmaları lazımdı. Ama savaş sonuydu. Gurbete çıkma imkânları da yoktu.
Aileleri de istemiyormuş Evdeki kadın ve çocukların yalnız bırakılmalarını. İki kardeş duymuşlar ki Of'un İvyan köyü önündeki iskeleye o zamanın en büyük Türk yolcu gemilerinden olan Gülcemal Vapuru yanaşmış.
Biraz da meraktan bu gemiyle İstanbul’a gidecek olan Rumları görmek için Of'a inmişler. Bakmışlar ki yüzlerce Rum, üzüntü içerisinde İvyan'dan Gülcemal vapuruna binmeye çalışıyorlar. Yunus'un abisinin bir şey dikkatini çekmiş. Bunların eşyalarını para karşılığı taşırlarken gemiye binenlere, çıkanlara kimse bakmıyordu. Kardeşi Yunus'a bu gemiyle İstanbul’a gidelim demiş. Ama gemi sadece Rumları götürdüğünden ve Rumlarda Türkçe bildiklerinden, Kendilerini Rum gibi göstererek, tehcir edilen Rum olarak gemiye binmişler ve İstanbul’a yola çıkmışlar.
Üç gün süren yolculuk sırasında kendilerini Rum sanan ve mısır ekmeğinden oluşan azık veren Of’lu bir Rum’un verdiği ekmek yoldaki tek azıkları olmuş.
Gemide Rumların çocukları dahil üzüntülü halleri yürek yakıyormuş. Ama Rumların bu gidişi resmi değil kendi istekleriyleydi. Çünkü Ruslar Trabzon ve çevresinden çekilince, Savaş sırasında Ruslara yardım eden Rumlar binlerce Türkün ölümüne yardım ettikleri için, başlarına bela gelebileceği korkusuna kapılarak asırlardır yaşadıkları köylerini terk etmek mecburiyetinde kalmışlar.
Muhammed ve Yunus Gemiden İstanbul Galata'da inmişler. İndikleri gün 1918 yılının Kasım ayinin ortalarıydı. Galata önlerinde İngiliz askerleri silahları alınmış Türk askerleri ile dalga geçiyorlardı. Bir grup Türk askerinin palaskalarını çıkararak İngilizlere saldırdıklarını ve ortalığın karıştığını gördüler. (''Mondros Ateşkesinden sonra 13 Kasım 1918'de İstanbul’a giren İtilaf Devletlerinin kuvvetleri İstanbul’da bulunmakta idiler '' Bu kuvvetlerin çoğunluğu İngiliz askerleri olup toplam 3500 asker kadardı).
Yunus ve Muhammed kardeşlerin gurbet macerası böylelikle olumsuz başlamış. Yaklaşık 15 gün kadar kaldıkları İstanbul’da iş ortamı bulamayan kardeşler yeniden köylerine dönmeye karar vermişler.
Buldukları bir vapurla yola koyulmuşlar. O zamanlar vapurlar üç yerde mola veriyorlardı ve bu mola yaklaşık sekiz saat sürüyordu. Zonguldak'ta da sekiz saat mola verince bu kardeşler çarsıyı gezmişler. Çarsıda gezinirken büyük bir kalabalık görmüşler.
Bir meydandan çay bahçesinde masaların birinin üzerinde büyük bir kutu varmış ve herkes o kutuya bakıyormuş. Bunlarda meraktan kutuya bakmışlar. Yanlarındaki kalabalıktan biri ''yahu biri bana İstanbul Beyoğlu’nda kadınlar şarki söyleseler ve ben bunu burada duyacağım dese inanmazdım'' demişti. Onlarda ne şarkisi diye bakınırken kutunun içinden ses geliyordu. Bir kadın şarkı söylüyordu. Herkes şaşkınlık içinde kutunun sağının solunu inceliyormuş. Meğer kutu o zaman kadar hiç görmedikleri radyo imiş ve radyoda şarki programı varmış. Bu gurbet olayı ile ilgili olarak Yunus Efendi'nin daha sonra oğullarına anlattığı bir hikâye bu.
Yunus Efendi'den oğlu Selahattin Bayrak'a anlatılanlardan derlenenler bunlar. Ayrıca Selahattin Bayrak, ilkokul yıllarında okurken ilk öğretmeni Kono köyünden Kamil Albayrak'tan dinlediği kancalı kurt hastalığı ile ilgili bilgiler vardır.
Öğretmeninin anlattığına göre Ruslar, yol yapımında çalıştırılmak üzere binlerce Orta Asyalı işçi getirmişler. Bunlar çekik gözlü olduklarından Of'ta Çinli diye anılırlarmış. Bunların getirdiği söylenen kancalı hastalık 1960 lı yılların sonlarına kadar devam etmiş. Ayni olayı daha sonradan öğretmen Karaismailoglu Necati Öğretmen de anlatmış.
Yine Selahattin Bey'in ninesinden duyduğu bir hikâyede söyle. ''Rumlar çok sanatkâr insanlarmış. İçlerinde her mesleği yapan sanatkârlar varmış. Köylerindeki bir hekim sayesinde köyde pek hastalık gözükmez ve hastalıktan kolay kolay ölen olmazmış. Ayrıca Rum hekim ve sanatkârlar fazla Türk çırak yetiştirmediklerinden Rumlar terk ettikten sonra bölgede sanatkâr ve doktor kalmamış hastalıklar artmış.
(Ara Not: Osmanlı döneminde Hıristiyanlar ve Yahudiler askere alınmazdı, Normal askerlik ise 7-8 yıl sürerdi, 19.yy da Osmanlı devleti Üç kıtada 30-40 yıl süren savaşlar nedeniyle Müslüman halkın ömrü hep savaş meydanlarında gurbette geçmiş, çoğunluk ise bu savaşlardan dönemeyerek şehit olmuşlardır.
Toplumsal ortamın bu nedenlerinden dolayı Rumlar ve Ermeniler sanatkârlığı, Yahudiler Ticareti ellerinde tutuyorlardı.)
BİR BAŞKA HİKÂYE
Rus işgali başladığı sırada Muhammed Günaydın ile Mustafa Günaydın çocuklarını alarak bu günkü Cumapazari'ndan dağlara, oradan da Sürmene'den sahile ulaşmaya çalışırken aniden karşılarına bir Rus müfrezesi çıkmış.
Bunlar yukarıda adları geçen kardeşlere ''teslim ol'' çağrısı yapmışlar. Çoluk çocuğu ileri gönderen Günaydın kardeşler, arada uzak mesafe olmasına rağmen Ruslara karsı mevzi vaziyeti alınca Ruslar, bunlara ateş açmışlar.
Bir müddet Rusları oyalamayı başarmalarına rağmen Ruslardan gelen bir mermi ile Muhammed yaralanmış. Abisi Mustafa ise bıçakla yanındaki atın yüklerini kesip aşağı indirmiş açılan yere ağabeyini yerleştirerek Visi köyünün dağına kadar çıkarmış ancak ağabeyi orada vefat etmiş.
Şu anda şehitlik olarak ziyaret edilen bu mezar için Visirliler köyün tek şehitlik yeri derler.
Bu anlatılanlar ve derlemeler Of Melinoz (Ballica) köyünden Selahattin Bayrak tarafından 21. 11. 2009 tarihinde anlatılanlardan ve aynı tarihli adı geçen imzalı bilgilerin Haşim Albayrak tarafından derlenmesinden meydana gelmiştir.
ŞANLI TARİHİMİZ Haşim Albayrak

Bu yazı toplam 5274 defa okundu.
gerisi teferrut, Allah cc. ise bir kolaylığını veriyor elhamdulillah
Allaha emanet olunuz