YUNANİSTANDA KANDIRILMIŞ TRABZONLU YOK,
TRABZON'DA MİSYONERLİK YAPANLAR DA YUNANLI DEĞİL

Doğu Karadenizle ilgili olarak son yıllarda yapılan en ilginç röportaj

Çaykaralı araştırmacı Vahit Tursun ile Selanik’te yapılan görüşme ve röportaj soruları ile cevaplarıdır.

                                                                    Rop: Haşim Albayrak

Sayın Vahit bey kendinizi tanıtır mısınız?

Adımı zaten biliyorsunuz ama kısa bir biyografik bilgi vermek gerekirse, Adım ve soyadım Vahit Tursun. 1966 Trabzon Çaykara ilçesi Köknar (eski adı Ocena) köyü doğumluyum. İlkokulu köyümüzde okuduktan sonra, Çaykara Kur’an kursunda yedi yıl boyunca hafızlık ve Arapça eğitimi aldım. Ortaokulu dışarıdan verdim. Bir ara, Tandoğan Ankara Libya kültür cemiyetinin açtığı Arapça dil kurslarına katıldım ve bitirdim. Temel eğitiminden edebiyatına kadar, eğitimini aldığım Arapça’yı geliştirmek için, babamın işçi olarak çalıştığı Libya da, bir yıl kadar yaşadım. Askerliğimi, acemi birliğim olan Alaşehir / Manisa Şoför Er Eğitim Birliğinde, usta birliğimin kısa bir bölümünü Kuzey Kıbrıs’ta, Girne Ordu evinde yazıcı yardımcısı olarak, kalan kısmını da, yine Kıbrıs’ta Gönyeli / Lefkoşe’de bir karargâh bölüğünde tamamladım. Askerlik dönüşü Ankara ve Antalya da çeşitli otellerde resepsiyonist olarak bir müddet çalıştım. Bu arada, İngilizce ve Almanca dillerini kendi kendime öğrenmeye çalıştım. Bir dönem, Dalyan / Muğla’da Convent Reisen adlı bir Alman şirketinde turist rehberi olarak çalıştım. Daha sonra aynı şirkette bir müddet yöneticilik yaptım.  Sonuç olarak, ekonomik nedenlerle ve yurt dışına çıkan diğer Türk vatandaşları gibi; bende yurt dışına çıkmak istedim.

 

 Altı dil bilmekteyim. Hem yerel Çaykara Rumcasını ve Yunanistan Rumcası bilmekteyim.

Ana dilim Türkçe değil bölgemde konuşulan yerel Rumca

 

.1989 da Yunanistana gurbete çıktım. Yunanistanda öğrendiğim Yeni Yunanca ile birlikte, bildiğim altı dile rağmen, buraya geldiğim 1989  tarihinden beri burada inşaat taşeronu olarak çalışmaktayım.

 

06. 07. 2007 tarihinde Yunanistan Emuliani Adasındaki folklor gösterileri öncesinde Vahit Tursun, Haşim Albayrak ve kızı Öznur Albayrak

 

 

İnternet üzerinden bazı forum ve sitelerde, Doğu Karadeniz’de kullanılmış bazı toponimlerin etimolojik açılımları hakkında çeşitli yazılarınızı, Köknar köyü ve bu köyde konuşulan Rumca ile ilgili, Radikal gazetesinde bir makalenizi okudum. Doğu Karadeniz toponimleri üzerinde çalışma yaptığınızı da biliyorum. Bu doğrultudan bakarak, size dil bilimcisi ya da toponomist (yer adları inceleyicisi). diyebilir miyiz? Bu özelliğe nasıl kavuştunuz?

 

Hayır,  toponomist değilim. Bu bilim dalının temel eğitimini de aldığım yok. Ancak bu konuda otodidakt yaptığım söylenebilir. Özellikle, kendi ana dilim olan Elence konusunda iddialı araştırma ve tespitlerim var. Hatta etimoloji konusunda, Yunanistan’da bazı dergi ve gazetelerde yayınlanmış makalelerim bile var.

 

Doğu Karadeniz’de bölgemdeki yabancı kökenli yer adları konusunda yöre dilini ve bitkisel yapısını çok iyi bilmemin verdiği avantajla kolaylıkla yorumlayabilirim

 

Ana dilimin, yüzyıllar içerisinde nasıl deforme olduğu konusunda epey bilgi sahibiyim. Bunun dışında, Karadeniz Elencesinin tüm farklılıklarını iyi biliyorum. Elbette, etimoloji konusundaki uğraşlarıma, bildiğim diğer diller de epey yardımcı oluyor.

 

Vahit bey, Yunanistan’a gitme nedeniniz, Türk kanunlarına karşı geldiğinizi düşündüğünüzden ceza alacağınız korkusu mu ya da yaşam ve düşünce tarzınıza Yunanistan’ın hitap etmesi mi sizce?

 

Yukarıda da belirttiğim gibi; Yunanistana tamamen ekonomik nedenlerle geldim. Başta, daha batıya gidebilmek için, burayı köprü olarak kullanmak niyetindeydim. Ancak daha sonra, buranın parasının değerli ve emeğin karşılığının Batı standartlarında verildiğini öğrenince, hem dil konusunda da zorluk çekmeyeceğim bu ülke de kalmayı tercih ettim. Türkiye de iken, Türk kanunlarına karşı çıktığım falan yok. Hayatımda herhangi bir suç ile ilgili olarak karakol tanıdığım da yok. Hiçbir illegal örgütle de herhangi bir bağlantım olmadı. Ancak Yunanistana geldikten itibaren, burada bazı İnternet sitelerinde, TV, Radyo ve gazetelerde; kendi ana dilim, öz kültürüm ve etnik kökenim ile ilgili yaptığım yayın, verdiğim röportaj, yazdığım yazı ve makalelerimden dolayı bazı dedikodular yayıldı. Bu doğrultuda, devlet içerisinde de kendi kendine görev biçen bazı unsurlar, bir Pontos sorunu yaratmaya ve bu konuda çeşitli senaryolar hayal etmeye başlamışlar. “Karadeniz elden gitti gidiyor” türünden çeşitli yaygaralar devreye sokarak, gündemde kalmaya çalışanlar oldu.

Bir dönem, hem Türk hem Yunan istihbaratı da devreye girerek, Yunanistan’da gurbet yapan bir avuç Karadenizli üzerinde çeşitli oyunlar oynamaya başlamışlardı. Bu olaylar ile ilgili bazı çevrelerin amacı; sanırım yeni ve yapay bir sorun yaratarak, siyasi emellerine ulaşmak ve bir şekilde gündemde kalmaktı.

İşte bu gibi hayal ve paranoya ürünü olaylar yüzünden, bir daha Türkiye ye gelemedim. Çünkü aylarca kendimi aklamaya çalışırken, bu taraftan ailem perişan olabilirdi. Ailemi riske atmak istemedim. Türkiye ye en son 1991 de geldim ve bir daha ziyaret edemedim. Varsın tarih bunu bir kenara yazsın. Gelecek Türk nesli de bundan gurur duysun. Başka ne diyebilirim ki?

 

 

Yunanistan Emuliani Adasındaki okulda Vahit Tursun ve Haşim Albayrak

 

 

Düşünce tarzınıza göre; tarih ve dil yapısına bakarak Rum asıllı olduğunuzu Türk olmadığınızı düşünüyor musunuz?

 

Kişinin düşünce tarzıyla etnik kimliğinin bir ilgisi yoktur. Ancak, doğduğum köyün tarihine ve ana dilimin yapısına dayanarak, Elen kökenli olduğumu biliyorum.

 

Elen asıllı olduğunuzu söylüyorsunuz, Türkiye’de sizin gibi olduğunu düşünenler veya Yorgo Andriadis’in Türkiye’de Belge yayınevinden çıkardığı “Türkiye’de Gizli Din Taşıyanlar” adlı kitabında belirtildiği gibi, gizli Hıristiyan olan var mıdır? Türkiye’de yaşayan aile ve akrabalarınız kendilerini ne hissediyorlar?

 

Türkiye’de benim gibi düşünenlerin var olup olmadığını bilmiyorum ama, ana dili Rumca diye bilinen Elence olanların içinde mutlaka vardır. Türkiye şartları içerisinde kendini ifade edemeyen birçok insanın varlığına inanıyorum. Türkiye’de yaşayan ana, baba ve akrabalarımın sanırım bütünü kendilerinin hangi kökene ait olduklarını net olarak bilmiyorlar. Ezici bir çoğunluğu sadece Müslümanlığıyla yetinebiliyor. Örneğin babam aşırı muhafazakâr bir insandır. İki defa hacca gitmiş. Başka ailelerden Elen kökenli olduğunu kabul edebilen var mıdır bilmiyorum ama çocukluğumda, büyüklerimiz etnik konuları tartıştıklarında, Rum asıllı olduklarını söylerlerdi. Şimdi durum nedir bilmiyorum. Andreadis’in sözünü ettiği gizli Hıristiyanlardan bizim köyde yoktur. Hatta Of civarında olabileceğini de sanmıyorum. Belki Trabzon veya Karadeniz’in diğer bölgelerinde olabilir. Bu konu benim ilgi alanım dışında olduğu için fikir beyan etmem mümkün değildir.

 

 

 

Sizce Rum nedir? Rum sözü Pontus ya da Yunan sözü ile eş anlamlı mıdır?

 

Rum sözcüğü, “Roma vatandaşı”  anlamında bir sözcüktür. Rum sözcüğü, Pontos veya Yunan sözcükleriyle aynı anlamı ifade etmez. “Pontos” sözcüğü Elence,de “Deniz”  anlamındadır. “Yunan” sözcüğü ise, “İyonya’lı” veya orijinal haliyle “İonia’lı”, yani; “Türkiyenin sınırları içerisinde kalan tarihi İonia bölgesinden olan kişi”  anlamını taşımaktadır. Yunan adlandırmasının biraz daha basit açıklamasını yaparsak, Türkler Ege’nin karşı kıyısında yaşayan halka “Yunanlı”  diyerek, aslında onlara “siz Anadolulusunuz, Ege kıyısının Türkiye de kalan kısmındansınız” demek ister gibi bir adlandırma yapmaktadır.  Görüldüğü gibi, “Rum”, “Pontos” ve “Yunan” sözcüklerinin her biri  farklı anlam taşıyan sözcüklerdir.

 

Sizce Elen nedir? Elen mi Helen mi demek daha doğru olur?

 

Elen sözcüğü, tarihin farklı dönemlerinde farklı anlamlar yüklenmiştir. Bazen etnik bazen de dinsel anlam kazanmıştır. Eski çağlarda Elen sözcüğü, sadece Yahudi olmayanlar için kullanılırdı. Elenistik çağda, sadece Elence konuşanlar ve Elen kültürüne sahip olanlar için kullanıldı. Elence bilmeyen herkes Barbar olarak adlandırılıyordu. Roma döneminde ise Elen kelimesi, Paganlar ( oniki tanrılara tapanlar) için kullanıldı.

Tarihsel akış dikkate alındığında ve Elen sözcüğünün dönem dönem yüklendiği anlamlara bakıldığında, Elenler’in tek bir ırka sahip insanlar topluluğu olmadıkları anlaşılmaktadır. Bence Elen, bir kültürün, hatta bir ideolojinin adıdır. Bu kültüre sahip olan herkes de Elen’dir. Elen demek daha doğru olur. Çünkü bu kültürü taşıyan insanlar, bu kelimeyi Elen olarak kullanmaktadır.

 

Sizce Doğu Karadeniz Bölgesi’ne yabancıların özellikle Yunanistan’ın Pontus demesi, tarihsel bir gelişim mi yoksa o bölgeye verilen bir ad mı? Nasıl Anadolu’nun çeşitli yerlerine Kapadokya, Paflagonya, Trakya denildiği gibi ve bunlarında isimleriyle tarihte aynı adla hiç devlet kurmadıkları gibi Pontus’ta denmesi yer adı olarak mı yoksa Pontus krallığı kurulduğuna göre bir ırk mıdır?

 

Bilindiği üzere; Karadeniz’in tarihsel adı “Pontos”tur. Bu adlandırma, bütün Karadeniz için geçerlidir. Sadece Türkiye kısmında kalan Karadeniz’in doğusuyla ilgili değildir. Ancak bu adı bu denize veren Elenlerin, en çok bizim Doğu Karadeniz ile ilgilerinin bulunması ve geçmişte orada krallık ve imparatorluk kurmuş olmaları nedeniyle “Pontos” adlandırması, Türkiye kısmında kalan Karadeniz’in doğusuna indirgenmiştir. Biz nasıl Selaniğe Thesaloniki, Pireas’a Pire ve en önemlisi Yunanistan’a Elada demiyor da kendi bildiğimiz ad ile adlandırıyorsak, Yunanlılar da öyle adlandırıyorlar. Bundan daha doğal ne olabilir ki? Başka bir örnek daha vereyim isterseniz...

İstanbul adı Elence adının deforme olmuş şekli olduğunu yedi değil yetmiş düvel biliyor. Peki, İstanbul’a İstanbul derken, orayı bir gün yeniden onlara vereceğimizi mi kastediyoruz? Yani buna benzer onlarca, yüzlerce örnek vermek mümkündür. Her şeyin altında bir kötü niyet aramak, ancak kötü niyetli kişilerin bir becerisi olsa gerek diye düşünüyorum.

 

Sizce bu gün Yunanlıların Trabzon ve çevresinde Pontus Krallığı kurmak isteme gibi bir niyetleri var mıdır? Neden?

 

Ben Yunanistanın avukatı değilim. Sanırım bu sorunun muhatabı da Yunan politikacıları olması lazım. Ancak kendim, Yunan resmi politikasında böyle bir niyetin var olduğunu düşünmüyorum. En azından bugüne kadar, buna yönelik herhangi bir olay, algılama ağlarıma takılmadı. Hatta Yunan resmi makamları ve özellikle Polis teşkilâtının bağlı bulunduğu Kamu Düzeni Bakanlığı, Türkiye’de hakkımızda çıkan ve Pontos ile ilgili dedikoduların yüzünden, burada yaşayan Karadenizli Türk vatandaşlarına karşı tepkisel bir tutum takınmıştır.

 

Yunanlılar, Doğu Karadeniz ile ilgili iddialardan hoşnut değil

 

Bir defasında, Kamu Düzeni Bakanlığı, bazılarının kendi imkânları ve bazılarının da Karadeniz kökenli Yunanlıların yardımıyla buraya gelmiş olan ve burada okumaya çalışan sekiz üniversite öğrencisine toptan ülkeyi terk etme emri çıkartmıştır. Söz konusu öğrencilerin yurt dışı edilişi, üniversite rektörlerinin karşı çıkışı ve olayın basına yansımasının politikacılarda yarattığı tedirginlik sayesinde önlenebilmiştir. Ancak daha sonrasında da kendilerine bir daha düzenli oturum verilmemiş, bazılarının yavaş yavaş burayı terk etmeleri sağlanmıştır.

 

Yunanistana öğrenci olarak kendi imkanları ile gelen birkaç kişi dışında kandırılarak getirilen Doğu Karadenizli öğrenci yok. Yunanlılar, sıkıntı yaratmasın diye o gelen öğrencileri de gönderdi

 

Yunan makamlarının bu tavrı bile, Karadeniz ile ilgili olumlu veya olumsuz herhangi bir niyetlerinin olmadığının bir kanıtı olsa gerek diye düşünüyorum.

 

Yani diyorsunuz ki Yunanistan’da eğitim amaçlı öğrenci gelmesine sıcak bakıl mıyor? Günümüzde bu oran yok denecek kadar azdır. Doğru mu anladım acaba?

 

Yukarıda da değindiğim gibi, bundan birkaç yıl önce yedi sekiz kişi vardı. Onların da bazısı, Yunan makamlarının olumsuz tutumu nedeniyle geri gittiler. Bazısı da burada iş bulup çalışmaya başladı. Şu an buranın üniversitelerinde değil bin, bir Karadenizli dahi kalmamıştır.

 

 

Günümüzde misyonerlik faaliyetlerinin Trabzon’da çok yoğun olduğu söyleniyor. Özellikle Çaykara, Maçka ve Tonya gibi dağlık ilçelerde yoğun misyonerlik faaliyetlerinin olduğu söyleniyor. Sizce böyle bir şey var mıdır ve bunda Yunan devlet yada gizli kuruluşlarının etkisi var mıdır?

 

Kâhinmişim gibi sorular soruyorsunuz ve benden yanıt bekliyorsunuz. Sanki misyonerler ve Yunan devlet yapısıyla yakın bir bağım varmış ve her hareketlerini izliyormuşum gibi bir şüphe içinde olduğunuz kanısına varıyorum. Bunun dışında, bu tür soruların muhatabı olarak beni seçmenizin bir başka nedeninin bulunduğunu sanmıyorum. Yine de, sorularınız yanıtsız kalmasın diye,  Atina’da yaşayan ve buradaki Karadeniz kökenlilerin bazen karşılaşan, her gün düzenli olarak Türk haberlerini de dinleyen biri olarak şunu söyleyebilirim; izleyebildiğim kadarıyla, son yıllarda ortaya çıkan ve yakalanıp bir şekilde teşhir edilen bazı misyonerlerin, Yunan Ortodoks mezhebinden olmadıkları gibi; genelde Alman, Fransız veya Amerikalı oldukları saptanmıştır. Bugüne kadar Ortodoks Yunan misyonerinin tespit edilip teşhir edildiğini hiç duymadım.

 

Türkiye’de özellikle Yunan kökenli misyoner yok varsa da henüz resmi kayıt yok. Misyonerliği Ortodokslar değil Katolikler yapıyor.

 

 

Bunun dışında, yıllardır burada yaşamış ve buradaki Karadeniz kökenlileri az çok tanımış biri olarak da, buradan herhangi bir Hıristiyan Karadeniz kökenlinin, Türkiye’de böylesi maceralara girebileceğini düşünmüyorum.

Doğrusunu isterseniz, misyonerlik faaliyetlerinin neden bu kadar abartıldığına ve neden bu kadar korkulduğuna da anlam veremiyorum.

Türkiye’de yaşayan insanlar dinsel açıdan özgür değil mi?

Yoksa siz veya bu gibi kaygıları taşıyan kişiler, Türkiye’de yaşayan insanların kandırılabilecek kadar geri zekâlı olduklarını mı düşünüyorsunuz?

 

Türkiye’de yaşayanların misyonerlerden korkmaması lazım.özellikle Almanyada her köşe başında cami ve mescit yapılıyorsa Türkiyede de misyonelerden korkulmaması lazım. Çünkü İslam dini korkulmaya gerek bırakmaz.

 

İslâm dininin inandırıcılığı veya gerçekliği, Hıristiyanlıktan daha mı zayıf yoksa?

Neden korkulduğunu anlamıyorum...

Almanya, Fransa, Hollanda vb gibi batılı ülkelerde, Müslümanların neredeyse her köşe başında cami veya mescitlerinin bulunmasına ses çıkarmayanların, birkaç misyonere neden bu kadar tahammülsüz davrandıklarını anlamak mümkün değildir.

 

Her şeye rağmen, bazı kimselerin bazı çıkarlar uğruna (evlilik, aşk, para vb. gibi) veya inancının zaafa uğratılarak Hıristiyanlaşması veya Hıristiyanlaştırılmasıyla, yaklaşık yetmiş milyonluk bir toplumun, özgür bir ortamda dinsel yapısının zaafa uğrayabileceğini veya uğratılabileceğini sanmıyorum.

 

 

Günümüzde bazı araştırmacılar, özellikle Trabzonlu olan binlerce öğrencini okuma bahanesiyle Yunanistan’a götürüldüğünü ve bunların Türkiye aleyhine faaliyet göstermesine çalışıldığı şeklinde duyumlar aldıklarını iddia ediyorlar. Var mı böyle bir şey? Türk vatandaşı olarak Yunanistan’da çalışan, yerleşmiş, mülteci statüsü taşıyan yada kaçak veya öğrenci kaç kişi vardır ve bunlar içerisinde Doğu Karadenizli oranı nedir?

 

“Bazı araştırmacılar” diyerek beni güldürüyorsunuz... Cidden siz bu gibi hayali iddiaları ortaya atanların gerçekte araştırmacı olduklarına mı inanıyorsunuz? Bu ve benzeri iddiaları ortaya atan sözde araştırmacı kişiler; eğer bu iddialarını belli bir art niyet veya bir çıkar uğruna yapmıyorlarsa, o halde bunlar için;  dünyayı ve yaşadığı Türkiye’yi  tanımayan, duyduğu ve gördüğü bazı olaylar ile, mücadele, karşı faaliyet veya bölücülük gibi sözcükler arasında bir ilişkinin bulunup bulunamayacağını tespit edemeyecek kadar sözcük dağarcıkları zayıf, minnacık beyinleriyle de koca bir paranoyak denilebilir.

 

Doğu Karadeniz denilen bölge koca bir yer. Oldukça kalabalık ve kozmopolit bir bölge. Sadece Trabzon’u ele alırsak, yanlış hatırlamıyorsam, 2000 yılı nüfus sayımlarına göre, yaklaşık bir milyonluk bir nüfusa sahip bir kent. Bu nüfusun ezici bir çoğunluğunun ana dili Türkçe ve kendisini Türk hissediyor. Kendisini Laz veya Rum hissedenlerin sayısı çok azdır. Sözünü ettiğiniz sözde araştırmacılara, “Trabzon’da kaç köyde halen Rumca konuşulmaktadır?” sorusunu soran oldu mu hiç? Sorulduysa verdikleri yanıtı çok merak ediyorum...

 

Türkiye’de Doğu Karadeniz’de devlet kurma bir hayaldir. Rumca binle birkaç köyün insanının başkalarıyla bir araya gelerek devlet kurabileceğini düşünmek paranoyaklıktır.

 

Kaç köy ile devlet kurma hayali kurup, yaklaşık yetmiş milyonluk bir devlet içerisinde bölücülük yapılabileceğinin hesabını yapabilen bir beyincik çıktı mı bu paranoyaklar arasından?

 

Bu gibilerin tek amacı; dedikodu üretmek suretiyle cümle cemaata muslim; olumlu açıdan,  yaşadığı çevreye ve ülkeye zerre katkıda bulunmayıp, bozuk bir kişilik ve sapık bir haleti ruhiye içerisinde kendisine vatanı ve milleti koruma gibi bir görev addederek milliyetçi gibi gözükmektir. Bu amaçlarına ulaşabildikleri kadar toplum içerisinde rağbet görebiliyor, gündemde kalabiliyorlar.

 

Türkiye’de araştırmacı olarak bunlar biliniyorsa eğer, kimse bana bu yakıştırmayı yapmasın lütfen. Çünkü, günümüzde birçok kelimenin anlamının değiştirildiği gibi, sanırım bu kelimenin de anlamı, haddinden çok genişleyerek başka taraflara kaydırılmıştır.

 

Yunanistan da mevcut Türk sayısına gelince, bu konuda net bir bilgim bulunmamaktadır. Ancak sağımızda solumuzda karşılaştıklarımızdan yola çıkarak bir kanıya varmak mümkün olabilir belki. Karadenizliler olarak burada, çoluk çocuk dahil, toplam yetmiş, yetmiş beş civarında bir sayımız mevcuttur.

 

Türkiye’den göçerek Yunanistan’da yaşayanların içerinde Doğu Karadenizlilerin oranı yüzdeye vurulduğunda yüzde beşi geçmez. Örneğin Maraşlı olup buraya gelenler, Trabzonlu olup buraya gelenlerden en az elli kat fazladır.

 

Buna karşılık olarak burada mülteci statüsü olmayan Türk vatandaşlarının sayısı bizim en az elli katımızdır. İzmirli, İstanbullu, Sivaslı, Çorumlu, Ankaralı vb. neredeyse her ilden burada insan bulunmaktadır. Kahraman Maraş’ın tamamı buraya akmış gibi neredeyse. Herkes gurbete gelmiş ve burada çalışmaktadır. Büyük bir çoğunluk Türkiye ye izine gidip gelebiliyor. Diğer Türk mültecileri de mevcuda katarsak, Yunanistan’da Karadenizliler hiç yok gibidir. Buna karşın çıkarılan yaygarayı, koparılan kıyameti sizlerin değerlendirmesine bırakıyorum.

 

Yani bildiğiniz kadarıyla Türkiye’den Yunanistana mülteci olarak giden öğrencilerin sayısı çok azdır. Hatta Türkiye’nin diğer şehirlerinden buraya çalışma amaçlı gelenlerin sayısı Karadenizlilerden elli kat daha fazladır diyorsunuz. Doğru mu?

 

Kesinlikle...

 

Sizce vatan nedir? Türkiye’yi vatan görmekte misiniz? Görmek istemezseniz vatanınız neresidir sizce?

 

Vatan; üzerinde doğduğunuz, benim diye sahiplenip üzerinde yaşadığınız topraktır. Herkesin bir açıklaması olabilir belki ama benim için kısaca budur.Bazıları için vatan; doğduğu yer değil, doyduğu yerdir. Bazıları için uğrunda kan akıtılan yerdir. Belki de her açıklamanın da haklı bir yanı vardır.

Ben Türkiye’de doğdum ve 24 yaşıma kadar da orada yaşadım. Halen Türk vatandaşıyım. Trabzonluyum ve bu gerçeği artık tanrının bile değiştirmesinin imkânı bulunmamaktadır. Dolayısıyla benim vatanım orasıdır.

 

Benim vatanım Türkiye’dir. Burada ekmeğim için yaşamaktayım. Burada yabancı sayılıyorum.

 

Doyduğum yeri sorarsanız, orası da Yunanistan’dır ama, burada emeğimi satarak, bir yabancı olarak yaşamaktayım. Uzun yıllar kaçak olarak kalabildiğim bu memlekette, ikinci kez haraç ödeyerek çalışma izni çıkarmaya çalışıyorum. Buradaki yasal statümün, durumum ve konumumun; burada yaşayan bir Arap’ın, bir Arnavut’un veya farklı bir yabancınınkinden herhangi bir farkı yoktur. Burada yaşayan diğer yabancılardan tek farkım, ana dilimin bu ülke diliyle tarihsel bir bağı olması ve burada yaşayan Karadeniz kökenliler ile bazı eğlence ve şenliklerde buluşarak, vatanım olan Karadeniz’e olan özlemimi giderebilmem ve kültürümü yaşayabilmemdir.

 

Çocuklarınızın isimleri nelerdir. O isimleri koyma gereğini neden duydunuz? Sizin isminiz Arapça olduğuna göre bunu değiştirme gereği duydunuz mu?

 

Kızımın adı Asiye oğlumun adı Filipos’tur. Oğluma “Filipos” adını vermemin komik bir hikâyesi bulunmaktadır.

Bir defasında, bir Selanik gezisine çıktığımda, bazı arkadaşlar ile Vergina’da Megas Aleksandros (Büyük iskender) döneminden kalma bazı kalıntıları ziyarete gitmiştik. Oradaki rehber, Megas Aleksandros’un babasıyla ilgili olarak anlattığı bir hikâye de, Aleksandros’un babası olan Filipos’un, o zamanlar ayrı ayrı ve kurdukları küçük ülkelerde yaşayan Elenleri birleştirme arzusuna karşı oğlu Aleksandros kendisine dönerek; “baba sen hakimiyetinde bulunan sekiz hanımını bir araya getiremiyorsun, Elenleri nasıl bir araya getireceksin” diye sorarak babasıyla alay ettiğini anlattı. Filipos’un sekiz hanımının bulunuşunu hiç unutamadım. Çünkü, çokeşliliğin sadece Araplara mahsus olduğunu sanıyordum. Meğer eskiden Elenler de birden fazla eş edinebiliyorlarmış. O zamanlar bu hikâye pek hoşuma  gitmişti. Daha sonra oğlum doğduğunda, isim olarak aklıma ilk gelen “Filipos” olmuştu.

 

Benim adımı dedem verdi ve hiç bir zaman bundan hiçbir şikâyetim olmadı. Aslında İslam dinine göre, bu adın kişilere verilmesi veya kişiler için kullanılması yasaktır. Çünkü “Vahid” kelimesi, Arapça’da “bir, tek” anlamındadır. Bir olan Allah olduğu için, bu isim Allah’ın 99 ismi arasındadır. Yani “Allah” kelimesiyle aynı özelliğe sahiptir. Araplar bu gibi isimleri kullanmak istediklerinde, İslâm inancı gereği, başlarına mutlaka “kulu”  anlamına gelen “Abdul” kemlesini eklemek ihtiyacı duymaktadırlar. Böylelikle bu isim “Abdulvahid = Allah’ın kulu” olarak kullanılabiliyor.

Her şeye rağmen ben dedemin hatırası olan adımdan çok memnunum ve değiştirmeyi de hiçbir zaman aklımdan geçirmedim. Ancak Yunanistanda yaşadığım süre içerisinde, Yunanlıların geleneksel olarak isimleri kısaltma veya yumuşatma gibi alışkanlıkları sayesinde, benim de adım kısaltılarak kullanılmıştır. Bundan da bir rahatsızlık duymadım. Çünkü aynı şeyi biz kendi köyümüzde de yapıyorduk. “Ahmet”  adının “Ahmedis” gibi değişiminden tutun, sonuna kos eklenerek “Ahmedekos”, “Mehmedekos” veya “Alekos” gibi değişiklikleri de yaşadık. Adımızın kendi anamız, babamız veya çevremiz tarafından bu kadarlık bir deformeye uğratılması, hiçbir zaman bizde rahatsızlık yaratmamıştır.

 

Yani size göre şimdi doğduğunuz köyde adı Ahmet olup ta Ahmedis, Mehmet olup ta Mehmedekos gibi yerel kısaltmalar var mı? Yada sizin köyünüzden ayrılmadan önce vardı da şimdi devam etmekte yada etmemekte midir?.

 

Söylediğim gibi; eskiden köyümüzde Ahmedekos, Mehmedekos, Alekos vb. gibi, Türkçe isimleri Rumca üzerinden kısaltma ve kibarlaştırmalar vardı.  Ama günümüzde, kültürümüz çok yoğun bir erime ile karşıya karşıyadır. Bu yüzden yeni nesil bu geleneği pek nadir kullanmaktadır. Hatta, önlem alınmazsa, dilimiz bile bir iki onyıl içerisinde kaybolup gidecektir. Elbette ki tarih, bunu da Türkiye’nin günah defterine işleyecektir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın...

Yeni edinilen kültür de Türk kültürü olsa bari... Edinilen kültür, Anadolu Türkçe’si ile bir Amerikan, bir emperyalist kültürüdür. Zaten şimdiden bütün değerlerimiz yerle bir olmuş durumdadır. Mevcut kültür, talana, soyguna, hortumculuğa, hırsızlığa, öldürmeye, linçe dayalı bir kültür. Gelecek nesile bunu bırakıyoruz. Güle güle kullansınlar...

 

Bu kadar açık yüreklilikle sorularımıza cevap verdiğiniz için teşekkür ediyorum. İnşallah vatanım dediğiniz ata topraklarınızı artık yaşamayacağınızı düşündüğünüze göre ziyaret etmenizi dilerim. Sağ olun.

 

Vatanımda yaşamayacağımı ifade etmeden, yanlış varsayımlarınıza dayanarak konuşuyorsunuz. Böyle bir kararı verdiğim yok.

 

Şartlar elverdiğinde vatanım olan Türkiye’de yaşamak isterim. Oraları ata toprakları değil, askerliğimi yaptığım, evlendiğim yer olan benim topraklarımdır.

 

Şartlar elverdiği andan itibaren vatanımda yaşamak isterim. Oraları ata topraklarım değil, bizzat benim topraklarımdır!...

 

 

Bu röportaj Selanik’te 5 Temmuz 2007 tarihinde Haşim ALBAYRAK tarafından yapılmıştır.

 

 

info@ofhayrat.com